Gece saat 24 ü geçiyor. Bilgisayar başında çalışmaktayım. Caddede trafik azalmış. Sessizlik hakim.
Birden bire keskin tüfek sesleri gelmeye başlıyor. İlk anda irkiliyorum. Pencereden uzaklaşıp dinlerken şimşek ışığına benzer ışıklar yansıyor odama.
Anlıyorum. Havai fişek atılıyor.
Altı yaşındaki torunum uykudan kalkarak yanıma geliyor. Uyarıyor beni;
-Dede, pencereden uzak dur. Kurşun gelir…!
Komşum gündüz vakti bina girişine bisikletini parkediyor. Merdiven korkuluklarına kilitliyor.
Biraz sonra aşağı indiğinde bisiklet yok. Hırsız götürmüş.
Polise başvuruyor. Polis gelmiyor.
Kamera kaydı var ama polis bakmaya gerek görmüyor.
Zorunlu hallerde çarşı ve caddeye çıkıyorum.
Magandalar araçlarını kaldırımlara dikey olarak parketmişler.
Bir insan geçebilecek kadar boşluk yok. Mecburen araç yollarında yürüyorum. Bu defa da araç sürücüleri el kol hareketi yapıyor.
Ancak belediye zabıta ekipleri gece yarısı evin önünde duran araçlarımıza ceza kesip gidiyorlar. Gündüz kaldırımlardan haberleri yok.
AVM ye alışverişe gidiyorum.
Meyve sebze reyonlarının görünüşü göz alıcı. Renkler harika.
Domatesleri kaldırıyorum. Çürük veya kurtlu kısımları alta getirilerek özenle dizilmiş.
Şeftaliye bakıyorum. Birinin kafasına taş yerine vursam beyin kanmasından gidebilir.
Taş gibi sert.
Fiyatlara bakıyorum. Hal fiyatının üç katı.
Olgun meyve veya sebze getirirlerse bir kısmı çürüyüp çökebilir. Özellikle ham olanı alıp getiriyorlar. Görünüşüne bakıp kavun alıyorum. Kesince kelek çıkıyor.
Olgun meyve ve sebzeye hasret yaşıyoruz. Ham olanla beslenmek zorundayız.
Genelde geceler sessiz olduğundan bilgisayar başında yazılarımı yazıyorum.
Gece saatin üçü.
Müzik sesi mahalleyi yıkarken içindekilerin de naralar attığı araçlar gelip geçiyor.
Birkaç günde bir de yine gece yarısından sonra yakınlardan peş peşe silah sesleri gelmeye başlıyor. Belli ki bazı hasımlar çatışmaktalar. Ölenler de oluyor bazen.
Polisi arıyorum. Ortalık sakinleştikten sonra bir polis arabası mavi ışığını yakıp söndürerek caddeden gelip geçiyor.
Ekmek alıyorum fırından.
İki yüzünü de dikkatlice incelemeden ve temizlemeden yiyemiyorum. Tabi ki arasını da açıp kontrol ediyorum.
Lahmacun yaptırıyorum bazen. Bütün lahmacunların kenarları yanık geliyor. Kenarlarını teker teker koparıyorum. Sofrada bir avuç dolusu kömür birikiyor. Kanserojen lahmacun.
Araçla şehir içinde gezemiyorum. Sabah açık olan cadde akşama tek yönlü. Yüz metre ileriye gitmek için üç/dört kilometre yol alıp dolaşmam gerekiyor. Sağa sola dönüşlerin yasak veya serbest olduğunu anlamak için her köşe başında durup araçtan inip, trafik levhalarını tek tek incelemem gerekiyor.
Evin yakınında bir içkili lokanta var. Haftada bir ve genelde gece 24 de bu lokantanın kapısında sarhoş bazı gruplar kavgaya tutuşuyorlar. Ana avrat küfürler gecenin sessizliğinde yankılanıyor.
Bazen polisin yanılıp geldiği oluyor. Onlar geldikten sonra bile evin içinde bütün ailem küfür dinlemeye devam ediyor.
Evimin bulunduğu küçücük alanda yirmi yıldan beri sık sık elektrikler kesilir. Trafolar taşımıyor herhalde. TEDAŞ masraf olmasın diye trafo değişikliğine gitmez.
Ancak elektrik faturası gecikince uyarı masajları gelir ve hemen faiz uygulamasına geçilir.
TEDAŞ defolu mal satarken de faiz uygularken de haklı.
Elektrik kullandığım için ben suçluyum.
Sularımız da kesilir arada bir. Sonra suları vermeye başlarlar. Musluğu açınca uzun bir süre tıslayarak basınçlı hava gelir. Bu basınçlı hava su sayacını vantilatör gibi döndürür.
Bu sayede su yerine hava parası da öderim emekli maaşımdan….
Havalar çok sıcak. Parka giderim akşamları. Türkçe konuşan yok. Türkler evlerine saklanmış. Arap gençleri kadınlı erkekli bağıra çağıra özgürce konuşup gezmekte. Sataşmasınlar diye uzaklarından dolaşıyorum. Şehirde Arapça ve Kürtçe hakim. Özellikle bağırarak konuşuyor…
Sözün özü; Yetkili yok, etkili yok… Bu şehirde yaşanmaz arkadaş.