HAYLİ ESKİLER BİLİRLER - TANDIRBAŞI SOHBETLERİ / NELER KONUŞULUR NELER?

Ya bir pehlivan tefrikası, ya bir cambaz tutkusu ya da okkabaz veya bir Hindunun bayram yerinde, kendini tutuşturup, dirildiği gibi…

Şimdilerde de, bilhassa Gaziantep’te bir ERMENİ Muhabbetidir gidiyor. Sokaktaki insan hariç, kimi aydını çevirip sorsanız, “yazık oldu Ermenilere" diyor. Bilinçli veya bilinçsiz farketmez. Ama bu bilinçsiz muhabbet her şuuru bastırır, her dili dolaştırır şekilde sürüp gidince, Türk insanını ve Gaziantep’i “ince ağrı” gibi ciğerden yaralıyor.

Hep söylemişimdir, yine söylemeliyim. Ermeni lafzı veya pelesengi veya meselesi Gaziantep’in “yumuşak karnıdır”. Antep ondan çektiğini FRANSIZDAN DÜŞMANDAN ÇEKMEMİŞTİR.

Biz çocukken, yaralı sakat cüdar gazilerimiz, bu cinaslı, yürek acısı bu manzume gibi tekerlemeyi söylemiş durmuşlardır:

“Denidir denidir, denidir. Fransızlar daha deni Ermenidir anıdan.

“Deni” alçak demektir. Antepli düşman bildiğinden çok çekmiş, sakınmamış ona karşı koymuş, fakat koynunda beslediği bir “dostun” gülünden “Nesimi gibi” Ah çekmiş” rahatsız olmuştur.

Feraset ve idrak sahibi “Antepliler” bununda “Adı”nı koymuş, Taşnak Hıncak, Ermenilerden, dün beraber yaşadıkları, Hay” ermenileri ayrı tutuş dışardan gelen “o biçim” Ermenilere “Ellik Ermenisi veya gavuru” demiştir.

Bunlar basit deyimler biçimlemeler değildir. Araştırıcılar bunun yazılı kaydını bulmasalar da “Hayık Müslüman” adı adından yürüyerek bu denklemi çözebilirler. Çözememek, “Hayık baba”nın ayıbı değil onların ayıbıdır.

Hay’lar “Hayistan” göçmeni soydaşlarımız olsa gerektir. Onların bizim gibi Antep ağzı Türkçe konuşurlar, İncille bir alamaları yoktur. Gregoryan, Angilikan, katolik, protestan vesaire de değillerdir. Onlara bu mezhep “Büyük Ermenistan” hayali içinde örgütlenenler tarafından, ”Tehcirde”de işe yarar biçimde, empoze ve telkin edilmiştir.

Tehcir olayı içinde şunu söylemeliyim. Mecburi ikamet veya sürgün o zamanki Osmanlı topraklarıdır. Evet “Büyük felaket” ismi verilen, vaka olmuştur. Bir siyasinin dediği gibi ‘Vakılara tartışılmaz” onu günün atmosfer savaş ve buhranları, şartları içinde “tutmak lazımdır”

Günümüzde bir de “Ermeni mağduriyeti” konuşulmuştur. Dün ekmeği suyunu içtikleri, duvar aşılı komşu Antepliyi bırakıp da Fransızlara gön gönüllü alaylık eden, şehrin bütün meskenleri ve camilerini bombardıman eden bu Ermeni “sadık teba”nın veya attığı bombalarla sivil insanlar açlık ve susuzluk içinde can verirken, dağlarda çetelerimiz biri peşihte can verirken, hiçbir şey olmamış gibi Fransızlarla bir çekilin gidin Ermeni komşu ve dostumuzun “Ne mağduriyeti” olaki?

Evet olmuştur. Fransızlar belki kendi askerlerine baktığı kadar bu bele gönüllü sivillere bakmamıştır, onları Lazkiye'den gemiler dolusu esirler gibi oradan ora salmış veya “ham malzeme” Avrupa'ya asıl tehciri “kıyımı” kendi yapmıştır.

Bir de şu var. Antepliler, Fransızlar çekilip gidince, himayesiz kalan dünkü savaşta ana, baba, kardeşini öldürmüş bu Ermeni'ye bir şey demiş yapmış mı?

Tarih ve hatıralar böyle bir şey kaydetmiyor. Ancak savaştan sonra oluşan başı bozukluktan, hırsızlık vakaları almış yürümüştür. Bir yandan da ötelerden burada kalan Ermenilere Fransızlar veya akrabaları siz de gelin sizin can ve mal güvenliğinizden artık mesul değiliz diye haberler salmıştır.

Peki dünkü savaşta ana baba kardeşi çocuğu öldürülmüş sağ kalmamış bir Anteplinin onları veya onlardan birini intikam kastıyla öldürse bir hukuki veya töresel mahzuru var mı idi?

Düşünün silahını teslim etmemişti.

Elinde silahını, bir defa olsun çevirip bir Ermeniyi vuramaz mı idi? Antepli'nin bu sabrı ve sukunete arzusu nereden gelmiyordu. Bunu anlamak mümkün olmamış, tüm kalan Ermeniler de gitmişler hatta geri dönmeye özlem duymuşlar, bunun özlemini her sefer dile getirmişlerdir.

Ancak Fransız güdücülerden sorulacak bir milyon kendilerince kayıp Ermeninin hesabı Türkiye’den hatta Gaziantep’ten sorulmaya kalkışılmıştır.

Bunu da anlamak mümkün değildir. Şuraya buraya diktikleri Soykırım anıtında -maalesef- hep Antep adı geçmektedir.

Antep’te ‘Gaziantep'de bu konuda tam bir unutkanlık ve zihin buhranı geçirmektedir. Şurada burada okuyup gelen, kendi “gazi” şehit atasını ana yurdunu hor görmeyi mutad edinen, bunu gelişmişlik gereği gören budala aydın ve karanlık, “bulaşık” tiplerde bu anlayışa - Antep’in bir ayıbı varmışcasına ? sanki iştirak etmektedirler.

Bunu da anlamak mümkün değildir. Ermenilerin dikdikleri “Soykırım” anıtına karşılık, dikilmesi düşünülen, bir anıt için proje kapsamında “anıt kuruluna” haşiye bir notta, ”Ermeni mağduriyeti”nin de düşünülmesi fikri bu konudaki yalnız zihinsel belleğimizin değil, tarih şuur ve idrakimizin de feci erezyon geçirdiğinin bir belleği olsa gerektir.

Bunu da anlamak mümkün değildir.

Benim anladığım tek nokta, “zararın neresinden dönülse kardır” darbı meseline rağmen, -sanki- bu hatada ısrar edilmesidir.

Antep “Kurtuluş bayramını” ebidik gübüdük, tören, şölenlerle kutlarsanız olacağı budur.

Daha çok Anteb’i Antepliyi sorgulayan, suçlayan “özel” Taragir 1915 yayınlar çıkacak tekrar kendimizi “dün olduğu gibi acı tarih ızdırabı yiyerek savunmaya mecbur kalacağız.

Eskiler böyle durumlarda:

“… Veyl başımıza” der. İstihare yatarlardı.

Veyl başımıza demeyelim. Hemen daha dün babalarımızın analarımızın yediden yetmişe hepimizin yaşadığı hatıra ve tarihten dersler alalım ve bunları “Eğitimin” temelden çatısına kadar taşıyalım, evlerimize odalarımıza bayrak ve iç bellek yapalım.

Ve durmaksızın yazalım.

Sayın bakın bakalım 6317 (hadi öyle olsun) şehidimize bir o kadar gazimize rağmen, kaç bin kitap yayınlamışız.

Hiç ! üstelik 2 milyon Gaziantep insanına...

Buyur oku, diye 1000 baskı…