Birinci Yazı
Antepi ne yaptınız? diye şimdi kimse sormuyor ama çocuklarımız yani gelecek nesli bu suali sık sık soracak. Belki mezarımızda bile bizleri rahat bırakmayacak. Çünkü tarihin zaman boyutu ve periyodu böyle işliyor.
Gelin ta Antepin kurtuluşundan izleyelim. Halen bile, başımızı ağrıtan hudut meselemizi, hep buradan neşet etmiştir. TBMMdeki hararetli hudut müzakere ve münakaşalarında ne hikmetse Antep mebuslarının hiç ses çıkarmayıp dinleyici durumu takınmaları, bir Bolu mebusunun dikkatini çekmiş, onun şöyle haykırması mucip olmuştur. 'Ne yaptınız, işte şimdi Antepi şehit ettiniz. Bu şehrin ticari hinterlandını bu HUDUT KABUL ETMEZ HUDUTLA kapattınız. Ne olacak şimdi bu şehrin istikbali' demiştir.
Ne olacak kaçakçılık olmuştur. Çok uzun süreler bu kaçakçılık sebebiyle merkez ile ağanın eline bakar olmuştur. Kaçak pazar ve pasajlarla memleketi güya hem bolluk hem de ekonomik çıkmazlara sokmuşuz. Hatta halktan ve sanayiden doğacak talepleri 'Güney ithalattan' kazanacağı fikri ile meşgul etmişiz. Ancak zamanla Suriye ile bu hudut üzerinde 'mayın' konusunda, anlaşmışız. Böylece yüzlerce kilometrelik bu verimli araziyi mayınlarken bile apaçık faule düşmüş evvela karşılıklı fifti fifti iştirak olacakken Suriye üçte bir, biz üçte iki en verimli zeytin ve üzüm bağlarımızı mayına terk etmişiz sonra ne olmuş. Mayına basmadan da yeni bir sırt kaçakçılığı baş göstermiş, binlerce vatandaşımız alıştığı bu nafaka yönünden mayın şehidi veya kazazedesi olmuştur. Bütün bunlara, 'bu da ekonomik olaydır' diyenler olduğu gibi, yeri gelince de kaçakçılarımızı ithalat ve ihracatı yaptık savıyla da övünmüşüz.
Uzun yıllar da mayına rağmen, 30-35 yılı bulan tedbir ve karşı koyuşa rağmen PKK bildiğini okumuş, askeri ihtilal ve darbeler boyu da bu ıstırap keşmekeş devam etmiştir. Daha dün mayınları temizleyelim yeni tarım arazileri edinelim diye Suriyeye de azıcık sempati fırlatarak, bazı oyunların içinde, iki milyon Suriyeli göçmen ile ortada kalmışız. Bu TBMMde 'Hudut kabul etmez hudut' şeklinde tanımlanan veya mecazlaşan çevre galiba şimdi de dünya kamuoyunu meşgul ediyor. Bizim kiminle dans edeceğimiz konusunda ayaklarımıza dolaşıyor. Şimdi hemen sorulmaz mı 'Nedir bu başımıza gelenler? Geçelim, harp sonrası Ayıntapdan modern, mamur bir şehir var ettigimiz yalanına.
Kim diyebilir ki bu şehir çetin bir savaş vermiş, on binlerce ölü ve gazilerine rağmen güvensizlik, çarpık, sağlıksız bir yapıya erişmiş?
Bu afet uygulama ve şehirleşmeyi kimler organize etmiş?
Antepliler neredeymiş?
Kimler ile ne yapıyormuş da bu Gazi şehir bu hale nasıl gelmiş?
Diyoruz işte….
Geliniz sözü aziz Atatürkün Ankaranın imar planının hazırlayan ve Antep için de onu görevlendirilen 'Jansen Planı'na getirelim. Hani nerde bu plan? Hemen sonralar da neler oldu bakalım. Röntgenimizi şehrin ciğerleri, dimağı, sosyal ve resmi organları güvenliği ve istikbali üzerinde yoğunlaştıralım.
'Eski Saray' denilen eski Antepin hükümet merkezinden 'Eblehan'a, oradan 'Kolejtepe'ye, oradan da 'Çukur Bostan'a inelim.
Neden çukur denilen bir patlıcan domates tarlasına bu hayatı hükümet binamızı kondurduk?
Çukur yere hükümet binası da olur muymuş? diye bir soralım.
Neden, niçin demeden hemen bir sonrada Hükümet binamızı Alleben Deresi kotuna indirelim. Hangi mantık, ne gibi bir gereklilik bunu bize emreder bir düşünelim. Gelelim Allebene. Yani daha çukur bir dere kenarına hangi akıl aldığı oraya birbiri ardına sıralanan vilayet, emniyet, belediye, adliye binalarının orada ne aradığına. Sormazlar mı, Antep in hakim tepeleri muhkem, diğer yerleri varken niçin bu güzelim hizmet binaları peş peşe bu çukur alanlara sokuşturulur?
Üstelik her Antepli o tepeleri işgal eden Fransızları Antepe neler çektirdiklerini de iyi bilir. Çobanın bile inip çadır kurmadığı bu yere, hangi anlayış bunu lüzumlu görmüş? Hangi disiplin güvenlik bunu gerek görmüştür?
Çukur Bostana hükümet binası yapılırken, yalnız bina değil binanın mentodan yapılmasına, hatta taşlarının Antep taşı olmayıp sarı Bursa taşından örülmesine bile mühendis ve mimarlarımız itiraz ederken, Alleben çukuruna inen bu akıl almaz anlayışa bir itiraz olmamıştır veya duyulmamıştır. Antep in omurgası olan bu binalar veya şehrin beyni ve yönetim kalesi olan bu siteler neden bir afet veya tehlikeler düşünülmeden tarihsel veri ve bilimsel etütler yapılmadan veya halkoyu alınmadan bu şekle sokmuştur.