Yargıtay Başsavcısı'nın AKP'nin kapatılması istemiyle açtığı dava hakkında ne karşıyım de
değilim. Devletin hak ve menfaatlerini gözetmekle memur bir Savcı öyle “gerek” görmüş ise mutlaka bir nedeni vardır! Anayasa Mahkemesi de yapılan başvuruyu incelemek ve karara bağlamak mecburiyetindedir. İddialar “somutsa” gereğini yapacak, değilse davayı reddedecektir… Türk siyasetinde benzer “kesintiler” maalesef yok değildir! Bundan önce de İslam tandanslı bir partinin, layiklik ve Atatürk ile ve inkilapları ile ters düşen söylemlerinden dolayı kapısına “kilit” vurulmuştur… 1960 ve 1980 ihtilallerinde de siyasi partilerin tamamını kapatmış ve parti liderlerinin bir kısmını “darağacına” göndermiş; bir kısmına da “süreli” olarak siyaset yasağı uygulamış bir ülkedir Türkiye… Şu anda büyük bir çoğunlukla iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında Başsavcı “kapatılması” gerekiyor diyorsa ortada vatandaşın bilmediği bir şeyler var demektir! Davanın görüşülme aşamasında olması sebebiyle bu konuda yorum yapmak gibi bir niyetim yok. Ancak; diyelim ki, Anayasa Mahkemesi Yargıtay Başsavcısı'nın istemini uygun buldu ve davayı usul yönünden ele aldığı gibi, iddiaların doğruluğuna “hükmolunduğunda” Ak Parti'nin kapatılmasına karar verdi. O zaman ne olacak; Ak Parti partiler mezarlığına gömülünce, Türkiye'de değişen ne olacaktır? Laiklik ve Atatürk karşıtı düşünceleri sebebiyle bir partinin yaşamına son vermek onun düşüncelerinin varlığına da son vermek anlamına mı gelmektedir… Sanmıyorum! Daha önce de “İslam tandanslı” bir partinin kapatılması kararlaştırıldığında bu partinin içinde yer alan kurucu üye ve milletvekilleri bir başka isimle başka parti kurmuş ve siyasi hayatlarını devam ettirmişlerdi. Sadece İslam tandanslı partiler değil, PKK kökenli partiler de ardı ardına kapatılmış ancak onlar da kısa zamanda değişik ad ve namlarla kurdukları partilerde Türk siyasi tarihinde yerlerini almışlardır!
PARTİ KAPATMAK ÇÖZÜM MÜ?
Çok partili demokratik sistemde parti kapatmanın “anlamsız” olduğunu savunanlardanım. Türk halkının “iradesini” temsil ettiğine inandığım partileri kuranların siyasi yaşamlarına son verecek merci yine Türk halkı olmalıdır... Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğunun isbatı anlamına gelen yasaların uygulanması elbette beklenen şeydir. Ancak; yasaların suç saydığı bir cürümden dolayı bir parti kapatılmışsa, bunun bir anlamı olmalıdır… Akıl vermiş olmak gibi algılanmasın… Diyelim ki, yasaların suç saydığı fiilleri işlediği “kesinleşmiş” bir siyasi partiyi kapatıyorsak; bunun ölçüsü ve ne kadar süreliğine olacağı yine yasalarla belirlenmelidir. Diğer bir deyişle, kanunların boşluğundan yararlanarak yeniden siyaset yapmak isteyenlere müsaade edilmemelidir…Yani yeni bir parti kurmalarının önüne geçilmeli, ya da parti kapatmak gibi bir karara baş vurulmamalıdır...
DÜNYA TÜRKİYE'Yİ KONUŞUYOR!
Tekrar söylüyorum. Parti kapatmak Türk Demokrasi için çözüm olmamakla birlikte siyasi istikrarsızlığa davetiye çıkarmaktır. Siyasal özgürlüğe “yasak” anlamına gelmektedir... Ama yasaların emrettiği ölçüde hareket kabiliyetleri olan siyasi partilerin de kendi “emellerini” halka dayatmasının mutlaka cezai bir karşılığı olmalıdır. Bu da herhalde bir siyasi partinin “kapatılması” şeklinde yorumlanmalıdır. Bugün yüzde 46 civarında halk iradesini kazanmış bir parti iktidardadır. Ve neredeyse 6 yıldır da bu görevi ifa etmektedir. Hangi parti olursa olsun, bazı partilerde herkesin aynı düşünce içerisinde olmasını beklemek ve hatta savunmak mümkün değildir. O halde yapılacak şey parti kapatmaktan geçmemeli, suç işlemiş siyasiler yargılanmalıdır. Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılacak bir değişiklikle milletvekilli “dokunulmazlıkları” kaldırılmalı, partileri yerine kendi maksat ve hedeflerine hizmet edenler cezalandırılmalıdır. Yasama organlarının kapatma cezası verdiği herhangi bir siyasi parti, “tabela değiştirerek” bir başka nam ve isim altında icra-i faaliyetlerine devam edebileceklerse, alınan karar ve harcanan onca emeğe ne gerek kalmaktadır? Bir şey daha var… Yargıtay Başsavcısı'nın Ak Parti'nin kapatılması ile ilgili açtığı davaya, içeride olduğu kadar dışarıdan da tepki gösterenler var! Yargıtay Başsavcısı'nın kapatma talebi üzerinde görüş serdedenler işi daha ileri götürerek, Türkiye'nin bağımsız bir hukuk devleti olduğunu hiçe sayabilmektedirler. Yani tamamen bizi ilgilendiren iç sorunlarımıza “burunlarını” sokma cüretini göstermektedirler. İşin bir başka tuhaf yanı hiç kimse kendi “iç sorunumuz olan” bu konuyla ilgili yapılan “dış telkinlere” tepki göstermemekte, “bu sizi niye bu kadar ilgilendirmektedir?” diye sormamaktadır. Ne günlere kaldık yarabbi…