Günümüzde güce tapan bir kültür hâkim dünyaya… Toplum, gücü olanı yücelttikçe erdemli ve doğru insanlar kaybediyor. Adalet güçlüden yana çıkınca da toplum çürümeye başlıyor.
Toplumun tüm alanlarında ilke ve değerlerin üzerine kurulu bir yaşam biçimi yok olmuş, hak- hukuk -adalet gibi kavramlar başka diyarlara göç etmiş gibi görünüyor.
İnsanlar artık iki şeye tapıyor; güce ve paraya…Gücünüz ve paranız varsa her işinizi kolayca çözebiliyorsunuz.
Etrafınıza bir göz atın! Sürekli güçlüyü alkışlayan ve öven “öl de ölelim” diyen bukalemunlar; salkım söğüt misali iki büklüm gezerler. Lakin bu tipler, aynı zamanda gemi su almaya başlayınca tereddüt göstermeden batan gemiyi ilk önce terk ederler.
Tıpkı fareler gibi…
Çaresiz, zayıf ve aciz insanların bir yere dayanmak ihtiyacı, bir süre sonra da güce tapınmaya mecbur bırakılması bir nebze anlayışla karşılanabilir. Lakin kelli felli iş insanlarının üç kuruşluk menfaat için siyasilerin ve bürokratların karşısında salkım söğüt misali eğilmesi…Yalan -yağcılık -yalakalık sarmalına girmesi tam bir omurgasızlık örneğidir.
Zalimin tek dayanağı güçtür. Bu gücü sağlayanlar ise tüm dünyada yönetilenler ve ezilenlerdir. Yasalarla, kanunlarla, baskıyla, parayla, mevki ve makamla gücü ele geçirenlerin iktidarlarını devam ettirebilmek için her yolu mübah gördükleri, bu uğurda en yakınlarına bile kötülükten çekinmedikleri bilinen bir gerçektir. Tarihte bunun en güzel örneği, Hızır Paşa’nın hikayesidir.
Rivayete göre, Hızır adlı köylü bir genç, Pir Sultan’ın adını duyup ondan feyz almak için yanına gider. Pir Sultan Abdal’a hizmeti ve müritliği yedi yıl sürer. Yedi yıl sonra Hızır, Pir Sultan Abdal’a “pirim bana himmet edin, ruhsat verin, büyük adam olayım” der.
Pir Sultan Abdal da “Ben sana ruhsatı da himmeti de veririm Hızır ama sen gidip vezir ya da paşa gibi büyük bir adam olunca gelip önce beni asarsın” der. Ve Hızır’ı duasını eksik etmeden İstanbul’a müritleri ile yolcu eder
Hızır, İstanbul’da saraya gider ilerler ve paşa rütbesi alır. Daha sonra Sivas Valisi olarak atanır. Vali olmanın gücünü görünce geldiği yeri ve tüm inanıcını yitirir. Güç zehirlenmesi yaşar ve Pir Sultan’ın dergahında öğrendiği her şeyi unutur.
Hızır Paşa; yoksulları ezmeye, onlara zulmetmeye, haram yemeye başlar. Hak gözetmez, hukuk bilmez, adalet sağlamaz bir vali olur. Ve Pir Sultan Abdal’ın kehaneti gerçekleşir ve asılması Hızır Paşa’nın talimatı ile olur.
Bu hikâyeden çıkaracak çok dersler vardır. Geldikleri makamı ve elde ettikleri parayı hak etmeden ele geçirenler aşağılık kompleksi ile önce geldikleri mahalleyi dışlayarak veya hor görerek oturmak istedikleri mahalle insanları gibi davranırlar.
Bir insan, kişisel menfaati için güce tapmaya başlarsa; sahip olduğu tüm değerleri ve hasletleri kaybeder. Muktedirler, sadece biat ve sadakat ile yetinmez, beyinleri tutsak eder, biat edenleri her türlü kirli işlerinde kolayca kullanır. Zira birey, düşünemez ve sorgulayamaz hale getirilir. Yani, MANKURTLAŞIR.
Hak, hukuk ve adaletin uygulanmadığı, yönetenlerin adil ve adaletli olmadığı toplumlarda ahlaki çürüme başlar ve toplum değerlerinden hızla uzaklaşır.
"Zulüm ile abat olanın ahiri berbat olur" diye bir deyim vardır. Zulme başvurarak veya haramla zenginleşen bir kişi, eninde sonunda ettiği kötülüklerle ve hüsranla yüzleşecektir.
Ne geçmişte ne de günümüzde zalim bir hükümetin veya liderin yönettiği ülkelerde, halkın refah ve mutluluk içinde yaşadığına şahit olunmamıştır. O nedenle toplumun adalet, hakkaniyet ve insan hakları üzerine kurulu olması gerekir.
Her şeyin bir sonu vardır. Zulmün de… Ne demiş, Yunus Emre? “…Olsun be, aldırma yaradan yardır. Sanma ki, zalimin ettiği kardır. Mazlumun ahı, indirir şahı… Her şeyin bir vakti vardır.”
Bir toplumda güç sahipleri zulmünü arttırmışsa, sonu yakındır. Bu da ezilenlerin ve haklıların yasal direnişi ve güç kazanması ile mümkündür.
Sonuç olarak denilebilir ki; Bir güç, toplum yararına adaletli bir şekilde kullanılıyor ise yapıcı ve faydalıdır.
Zira kontrolsüz güç, yıkım ve zulümdür.