Merhaba sevgili Gaziantep27 okurları. 2020 yılı hiç beklemediğimiz ve daha önce görmediğimiz bir şekilde zorlu ve farklı geçti. Hayatımızın akışı içerisinde hep ikinci plana attığımız sağlığımızın aslında yaşamımıza devam etmek için olmazsa olmazımız olduğunu acı tecrübelerle anladık. En büyük isteğimizin sağlıklı günler görmek olduğunu bu dönemde hastalarım sayesinde çok net gözlemledim. Cevaplarını aradığımız bir çok soru mevcut. İstedim ki bu sorulara birlikte cevap bulalım, zihinlerimizde karmaşa yaratan bir konu varsa birlikte anlayalım, anlatalım. Bu amaçla her hafta kısa bir sohbetle naçizane karşınızda olacağım. Ben şimdiden tanıştığıma çok memnun oldum efendim..
NE YAŞIYORUZ BİZ BU ARA?
İnsanlık tarihinde kara veba, kolera, tifo, İspanyol gribi gibi salgın hastalıklar görülmüştür ve pandemi adını almışlardır. Pandemi, çok geniş bir alanda etkisini gösteren, çok sayıda insanda hastalık oluşması suretiyle bir veya birden fazla kıtada yayılan hastalıklar için yapılan genel bir tanımlamadır. 11 Mart 2020’de DSÖ tarafından ilan edilen COVID-19 pandemisini yaşamakta olduğumuz bu zorlu dönemde, bilimin ışığını kullanarak kat ettiğimiz yol, insanlığı daha önce de bir çok bulaşıcı hastalıktan korumuş olan aşılama imkanına ulaştırdı. Aşılama programları ile kişilerin hastalığa karşı bağışıklık kazanması sağlanırken, toplumda aşılanmış bireylerin sayısı arttıkça hastalık etkeni ile temas azalır ve toplumsal bağışıklık da sağlanmış olur.
AŞININ YANINDA MI KARŞISINDA MIYIZ?
Son yıllarda aşı karşıtlığı ve aşı reddi kavramları ortaya çıkmış olup, aşılanma oranlarında düşüş oldu. Bu düşüş çocukluk çağı aşıları sayesinde neredeyse hiç görmemeye başladığımız boğmaca, kızamık gibi bulaşıcı hastalıkları yeniden görülür hale getirdi. Aşılama hakkında, her hangi bir tıbbi kimliği olmayan pek çok insan sosyal medyanın özgürlüğünü kötüye kullanarak aşı karşıtı açıklamalarda bulundu ve zihinlerde karışıklığa sebebiyet verdi. Aşı karşıtı söylemler hiç gecikmeden COVID-19 aşısı için de ortaya atıldı. Sağlık sisteminin tüm kapasitesi ve sağlık ordusunun her bir çalışanı ile zor ve uzun mesai içerisinde olduğumuz bu günlerde bu durumun yaşanması oldukça üzücüdür. Aşılar bulaşıcı hastalıkların önlenmesinde en umut verici yöntemdir ve daha önce de bir çok salgın hastalık aşılama programları sayesinde kontrol altına alınmıştır.
COVID-19'UN AŞISI VAR MI GERÇEKTEN?
COVID-19’’a karşı etkin olduğu öngörülen bazı aşıların DSÖ(Dünya Sağlık Örgütü) kontrolünde yapılan çalışmalar ile %90-95 oranında başarılı olduğunu gösterildi. Geliştirilen ve geliştirilmekte olan aşılar birbirinden farklı yöntem ve teknoloji kullanılarak üretilmektedir. Aşılama yolu ile virüse ait küçük bir etken madde vücuda verilir, böylelikle bağışıklık sistemimiz tarafından o virüse karşı antikor üretimi meydana gelir Vücudumuz gerçek virus ile karşılaştığında bağışıklık sistemimiz virüsü önceden tanımış oldugu icin hızlı bir antikor yanıtı gelişir ve savunma sistemleri hastalık oluşumunu önler. COVID-19'a karşı yüksek etkinlik oranına sahip olduğu açıklanan aşılardan inaktif aşı yöntemi kullanılarak ve genetik mRNA teknolojisi kullanılarak geliştirilmiş olan aşılar gündemde en çok yer alan aşılardır. İnaktif dediğimiz aşı, fiziksel veya kimyasal yöntemlerle öldürülmüş mikroorganizmaları içerir ve bu teknoloji daha önce farklı bulaşıcı hastalıklar için kullanmış olduğumuz bir yöntemdir. Çin’de geliştirilen inaktif aşı teknolojisiyle üretilmiş olan aşının Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından COVID-19 için başlatılacak olan aşılama programında kullanılması planlanmaktadır. Genetik mRNA teknolojisi kullanılarak üretilen aşılar ise virüsün insan vücuduna girmek ve hastalık yapmak için kullandığı virüse
ait protein yapıların üzerine etki etmek suretiyle hastalık oluşmasını önlemeyi amaçlamaktadır. İsimlendirilmesinde genetik materyal ismi taşıyor diye insanlığın genetik yapısı ile oynanması fikrine kapılmak tamamen yanlış bir fikirdir.
AŞI OLALIM MI?
Yaklaşık bir yıldır COVID-19’a karşı geliştirilecek olan aşının umudu ile beklerken, aşı geliştirildiğinde aşı karşıtı söylemlerde bulunulması toplum sağlığı açısından ciddi zararlar ortaya çıkaracaktır. Medyada konu hakkında tıbbi bilgisi olmadığı halde bu gibi söylemlerde bulunan kişi ve kurumlara itibar edilmemesi gerekir. Bilimin ışığında geldiğimiz bu nokta, içinde bulunduğumuz bu zorlu süreçten tek çıkış yolumuz olabilir.