"Ruhun ıstırap içindeyse,
koltuğun rahat olmuş ne çıkar."
"Gülünce bir güneş gibiydin." İnsanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder, yalancı olmayan bahara müptela ederdin. Yüzün çamurla güzelleşse de muhteşem, gözyaşların güz yağmurlarından farksızdı.
Hakkı ve adaleti anlatmayanlara kızmıştın. "Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun." sözüyle beraber, anlamayanlara ağlamayı önerdiğinde sana gülmüşlerdi. Yüreğinde yaz yangınlarından kalma bir hüzün vardı. Celladın ipini çekmiştin hoyratça... Seni en son orada görmüştü aşıklar... Her yıl sanki yeniden merhaba der gibiydin ilmiğe...
"Görev öğretilmekten çok sevdirilmeli." derdin. İlişkilerin ve kişiliklerin yitirildiği bir hengamede, ellerinde bir tutam sevgiyle gördüm seni. Saçların rüzgarda savruk, yüzün acılardan elemli ama bakışların sert ve kararlıydı. İlhamından faydalanamadan gitti bedeviler...Ne fark eder ki ateş katıksız yanar mı?...
"Sevgili olan güzel; itaat eden özgür; isyankar kişi köledir." diye çok söyledin. Gözlüklerinde ve gözlerinde kusur olup, gördükleri zarafete ihanet edenlerin kuş yemi tuzaklarına tutulmadın. Boyalı istikballerinden uzak, çağdaş cehaletin fersah fersah önündeydin. Sana kutsal zincir vurmaya çalışanlara gül, engellemeye çalışanlara tebessüm, yanında olmayanlara intizar gönderdin...
Taşa işlenen nakış gibi ilmek ilmek nasihatlerle aydınlattın karanlığı. Yaşaman suç oldu, sözlerini intihar addetti kelebekler; kozalarından çıkmadılar. Her geçe baykuşlar serenat yaptı, parmaklıkların ardında. "Beni de al ey özgürlük" sevdasıyla canlar cananı buldu. Hüzün nehrinden akmaya koyuldu aşıklar. Avuçlarından, sevgiden yapılmış beyaz güvercinleri uçurdular. Kimileri de zeytin dalı uzatmıştı teklifsiz...
"Gerekli ders alınmışsa asla pahalıya mal olmamıştır." sözünü senden duydum ilk kez... Ve ilk kez seninle ağladım bu sevdanın öksüz ve yetimliğine. Yok etmek, yıkmak, yakmak ve sömürmek adına, fırtınalar koparanları alkışlayan taifenin tarifinden kaçtım bundan böyle... Çaresizliğimin çare olduğunu, ümitsizliğimin ümit bulduğunu, karanlıkların sabah olduğunu anladım yalnızlığımda...
Ay ışığının altında kalabalıklaşan yalnızlığımızın eylemsel türküleri ısıttı, donmuş iliklerimizi. İçi dolmamış kavramların, kuralların, kavgaların acısını hep sen çektin. Senin sırtından geçinip zirveye çıktığını sananlar, seni çoktan unuttular. "Anılar yaşlanan dimağların koltuk değnekleri" deyip, sevgine ihanet etmedin. İhanet edenleri de iyi insanların intikamıyla selamlayıp, affettin...
Sen bu yüce sevdanın altında cüce kalanlara kızmadın. Dilinden; "....o azmıştır. Ona yumuşak söz söyle belki kalbi yumuşar.", ".....vallahi eğer yumuşak huylu olmasaydın, etrafından dağılıp giderlerdi." hazineleri saçılırdı.
Bir gün yine toplanacak bedenler huzurda... Hesabımız, kavgamız, ayrılıklarımız oraya kalsın, ne yazar. Tutun ellerimizden aramızdaki mesafe; "...kurşunla kenetlenmiş binalar..." kadar az ve deliksiz olsun...
Nilüfer bataklık gülü.
Nilüfer isyan bülbülü.
Sana gelecek bütün ağlayanlar,
Ağlamadan anlamayanlar...