“Ol Mahkemenin Hükmüne Derler mi Adalet...”
DR. ALİ YILMAZ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde Siirt'te, 12 Aralık 1997 günü, Ziya Gökalp'in, şiirini okumuştu. “Minareler süngü, kubbeler miğfer, Camiler kışlamız müminler asker; Bu ilahi ordu dinimi bekler, Dillerde tevhit Allah-û Ekber.” Bu şiirden dolayı Türk Ceza Kanunu'nun "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçundan 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu ceza sonra indirimden yararlanarak 4 ay 10 güne düşürüldü. Türk insanının milli ve manevi hissiyatını dile getiren bir şiirden dolayı hapis cezası verilmesi ve ömür boyu siyasi yasak getirilmesi kamuoyunda tepki ile karşılanmış… Bazıları “artık muhtar bile seçilemez” diyerek sevinç çığlıkları atmıştı! Yanlış bir karardı. Bu siyasi yasağın kaldırılması ancak mevcut anayasanın 76. Maddesinin kaldırılması ile mümkün olabilirdi. CHP lideri Deniz Baykal, demokrasi adına anayasa değişikliğine destek vereceklerini açıkladı. “Anayasasının bazı maddelerinin değiştirilmesini öngören metin” imzaya açıldı. “İdeolojik veya anarşik eylemlere katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik” cümlesi 76. maddeden çıkarıldı. Ve Erdoğan’a seçilme yolu açıldı. 9 Mart 2003’te tekrarlanan Siirt seçimlerinde, AKP’li Mervan Gül adaylıktan çekildi, Erdoğan aday oldu ve seçildi. AKP iktidarının iki dönemi vardır: “İlk on yıl Avrupa yönünde reformlar, son on yıl Batı modelinden uzaklaşarak otoriter/ totaliter bir anlayışa yönelme…” Bu konuları “tarihi süreci hatırlatalım” diye yazdım. İBB Başkanı İmamoğlu’nun “bir kelime”, evet bir tek “ahmak” kelimesi yüzünden siyasi bir kararla mahkûm edilmesi ve siyasi yasaklı haline gelmesi ile Tayyip Erdoğan’ın şiir okuduğu için mahkûm edilmesi ve siyasi yasaklı hale getirilmesi arasında ne fark vardır? Bu çifte standardı, ikiyüzlülüğü N. Fazıl Kısakürek, ne güzel tanımlamış! “İki tip tanıyorum, bu devrin utanmazı; Biri dinde hokkabaz, biri küfür cambazı...” Ahmak nedir? “Aklı olup da aklını kullanmayana veya kullanamayana ahmak denir. Ahmak, aklı az, görüşü kısa, basiretsiz, kötü huylu kimsedir.” Bu tanıma göre "ahmak" kelimesinin hakaret suçu olacağı söylenebilir. Ancak, görüştüğüm uzman hukukçular; “Bu hakaret suçu, siyasi yasak getirecek kadar ağır bir hüküm doğuramaz! Bu karar siyasi bir karardır.“ diyorlar. Bu yasağın amacı nedir? Bu olay, İmamoğlu ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasındaki basit bir çekişmeye indirgenemez. Soylu, bu olayda sadece “konu mankenidir.” Olayın boyutları daha büyüktür ve ince hesaplar içerir. Zira “AKP, halkın oylarıyla kaybettiği İBB başkanlığını siyasi bir yargı kararıyla ele geçirmek ve 2023 seçimlerine İstanbul’un gücü ile girmek istiyor. Ne demişti Erdoğan? “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder.” İstanbul Kaybedildi! Türkiye’yi kaybetmemek için İstanbul’u tekrar almak istiyorlar. Ne pahasın olursa olsun! Ayrıca bu karar ile iktidar partisi hem CB seçimlerinde hem de 2024’teki İBB seçimlerinde en kuvvetli rakibini tasfiye etmiş oluyor. İstanbul’u kaybetmeyi bir türlü hazmedemediler. “Nereden nereye…” Hukukun çiğnenmesi, adaletin katledilmesi, yargı bağımsızlığının yok edilmesi bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde hep var olmuştur. O nedenle AB, bizi “hukuk devleti” olarak tanımlamıyor. Lakin hiçbir iktidar döneminde hukuk bu kadar yerlerde sürünmedi. Adalet, bu kadar çaresiz kalmadı. Yargı kararları ile insanlar bu kadar mağdur hale getirilmedi. Neden böyle oldu? Siyaset hukuka karşı hep galip geldi de ondan! İktidar cenahının küçük ortağı, Doğu Perinçek; geçenlerde ağzındaki baklayı çıkardı: “Hukuk siyasetin köpeğidir” dedi. Perinçek'in bu cümlesi; rejimin tüm vasfını, karakterini ve vahşiliğini özetlemektedir. “Demokrasi ile yönetilen tüm ülkelerde hukukun üstünlüğü kabul edilir. “Siyaset karar verir ama hukukun evrensel değerlerine bağlı kalmak kaydıyla…” Ayrıca siyasetin meşruiyetini hukuk temin eder...” Kanun devleti başka, hukuk devleti başkadır. Halkın iradesini kimse kısıtlayamaz! Ancak “siyaset, hukukla sınırlanmazsa haşin ve acımaz bir güç haline dönüşür.” Yargıtay Eski Başkanı, Sami Selçuk, Erdoğan’ın mahkûm edilmesiyle “adil yargılanma hakkının çiğnendiğini” yazmıştı. Bugün de İmamoğlu için aynı şeyleri söylemek mümkün. Aynı yollar, aynı yöntemler… Hâkimlere “coğrafi teminat” gelmeden yargı bağımsızlığı sağlanamaz. Bu konu hem evrensel bir hukuk kuralı hem de AYM kararlarında yer alan bir konudur. İstenilen kararı çıkarmak için hâkimin değiştirilmesi, hukukun en temel ilkelerinden biri olan “doğal hâkim” ilkesinin ihlalidir. AKP kadrolarında yer alan gencecik avukatların hâkim ve savcı yapılarak büyük illere atanması hukukta derin yaralar açmaktadır. Ziya Paşa’nın dediği gibi “Kadı ola davacı ve muhzır dahi şahit, ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet...” Hâkimin hem davacı, hem mübaşir hem şahit olduğu bir yerde adalet olur mu? Siyasetin talimatı ile karar çıkarsa bunun adı adalet olur mu? Taha Akyol’un deyimi ile “Hukuk, bütün siyasetlerden, ideolojilerden üstün olmalıdır.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Yargı Reformu Strateji Belgesi’ konuşmasında şöyle demişti: “Hâkim ve savcılar için coğrafi teminat getiriyoruz. Mevcut tayin sistemi mesleki verimliliği olumsuz etkiliyor. Coğrafi teminat hâkim ve savcıların isteği olmaksızın çalıştığı yerden başka bir yere tayin edilememesi anlamına geliyor. Bu düzenlemeyle hâkim ve savcıların mesleki teminatlarının daha da güçlendirilmesini hedefliyoruz.” Hani nerede? Verdiği karardan dolayı sürgün edilme korkusu yaşayan bir hâkim ne ölçüde bağımsız karar verebilir? Çağdaş ve modern dünyaya bir bakın, hukukun ilkeleri ve evrensel değerlere bağlı kalınan ülkelerde huzur, mutluluk ve refah var. Hukukun olduğu yerlerde siyaset; medeni, ölçülü ve makul… Ya hukukun siyasetin köpeği olduğu yerlerde? “Takrir-i Sükûnlar… Tahkikat Komisyonları… İhtilal mahkemeleri… Darbeler, muhtıralar, O Hal’ler, KHK’lar…” Hakaret suçları, seçilme hakkının kısıtlanmasına vesile olamaz. Gelişmiş ülkeler bu suçu hapis cezası yerine para cezası ile önleme yoluna gitmektedir. Başka bir ifadeyle, “kaba, nezaket sınırlarını aşan” sözler cezai suç sayılmıyor. Her hakarete istenildiği zaman siyasi yasak getirilecekse… Bu memlekette “ifade özgürlüğü” diye bir şey kalmaz. “Ne alakası var? Yargı yaptı, biz yapmadık” diyorlar. Peki, İçişleri Bakanı Soylu, yargının “beraat kararına” rağmen, 10 yıl önce emekli olmuş polis müdürlerine, muhalif düşüncelerinden dolayı sözde KHK’ya dayanarak “rütbe cezasını nasıl uyguluyor? AYM’nin bu konudaki kararlarını niçin dikkate almıyor? Hukuk, işlerine gelince hukuk! Sahi, İmamoğlu’nun davasına bakan hâkim niçin yargıdaki atama teamüllerine aykırı olarak, süresi dolmadan Samsun’a gönderildi? Bu tayinin arkasında İmamoğlu veya İYİ Parti lideri Meral Akşener olmasın! Şaka değil, iktidar yanlıları böyle bir algı da yaratmaya çalışıyor. Güce bak sen! Muhalefetteki Akşener, bu davaya iktidara yakın olduğu iddia edilen bir hâkimi nasıl atadı? Bu kararı iktidara rağmen nasıl çıkarttı? Eğri oturalım, doğru konuşalım! Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza kamuoyu vicdanında adil bulunmamıştır. Hukukçular da adil bulmuyor! Evet, “ahmak” sözü hakaret içeren bir söz olabilir. Ancak ülkemiz siyasetinde gerek iktidar gerekse muhalefet her gün defalarca karşılıklı buna benzer sözleri kullanmaktadır. “Ahmak” sözünden daha ağır hakaret içeren sözlerden dolayı kimse 2 yıl 7 ay ceza almamıştır. Bu konuda İYİ Partinin verdiği “yasa önergesi” mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu karar, CB seçimlerinde oy oranlarını etkiler mi? Etkileyeceğini düşünüyorum. Zira Türk milleti mağdurun ve haklının yanında duracaktır.
Yorumlar