Dr. Fahri hem kent dışındaki birliklerin, hem de kent içinde bir kısım sağlık sorunları ile ilgilendi. Özellikle savaşın son günlerindeki açlık ve zehirlenme olaylarında üstün hizmetleri oldu.
Ayrıca Antep Kuvay-i Milliye teşkilatlanmasında önemli görev alan Doktor Hamit (Uras) hem kent içinde, hem de daha sonra 25.Alay doktoru olarak sağlık hizmetini sürdürdü. O yıllarda tıp eğitimi gören gençler de gönüllü olarak bu hizmetlere katıldılar. Hatta bunlardan Ömer Asım (Aksoy) Bey, daha sonra 27.Alayın doktorluk görevini vekâleten yürütmek zorunda bile kalmıştı.(2)
Bütün bu olumsuz koşullara rağmen üç yüz günden uzun süren bir kent içi savaştan beklenen tehlikeli bulaşıcı hastalıkların en azından korkulan boyutlarda ortaya çıkmaması büyük bir başarıdır.(2)
5000 kadar yaralı Şıh Camiindeki sağlık ekibinin elinden geçmiş kendi ihtisasları ve ayrıca bulaşıcı hastalıklarla da mücadele etmişlerdir.(5)
Dr. Mecit Barlas İstanbul Etifal Hastanesi’nde genel cerrahi ihtisasının dördüncü senesinde iken 2 yılda Düralaceze’ye devam etmişti. Memleketine gelmeye karar verir ve 23 Ağustos 1918 günü Antep’e gelir. Ancak 3 gün önce babası ölmüş, onu sağ görmek nasip olmamıştı.
Şehirde sadece Ermeni Doktor Hosep vardı. O sırada Nases isimli bir Ermeni eczacı Keyvan Hamamı yanında bir eczane açmıştı. Mecit Barlas orada hasta muayene etmeye başladı. Daha sonra Suriye’den dönen askerlerle birlikte Ermeniler vilayet yakınında Mecit Bey’in açtığı hastaneye el koydular ve tekrar Mecit Bey Keyvan Hamamı arkasındaki hastanesine döndü.
15 Nisan 1919’da Hacı Arif Efendi’nin kızı Ayşe ile evlenen Dr. Mecit İngilizlerin işgali günlerinde her Antepli gibi sıkıntılı günler geçirdi. Kendi hatıratında Kolejdeki Amerikalılar özellikle Mr. Neil ismindeki Amerikalının İngilizlere yardım ettiğini, Reyn isimli gazeteyi yayınladığı ve bu gazetede her gün İngilizlere kayıtsız şartsız itaat etmeyi yazdığını belirtmektedir.
Dr. Mecit Bey anılarında aynen şu hususları da vurgulamaktadır; “ Fransızların haksız olarak memleketimizi işgal etmesini protesto ettik. Bu sırada uzaktan uzağa Mustafa Kemal Paşa’nın ismi söylenmeye başlandı. Bu isim çok uzakta parlayıp sönen bir ümit ışığı gibi kalpleri ara sıra aydınlatıyordu. Zamanla bu isim daha açık ve net olarak işitilmeye başlandı. Müdafaa-i Hukuk cemiyeti teşkil edildi. Arada Mustafa Kemal Paşa’nın bir genelgesi duyuluyordu: “Burada yabancılara dokunulmaması ve bunların misafirimiz olduğu er geç memleketimizi, hâkimiyetimizi teslim ederek çekileceklerini” çok nazik bir dil ile ifade ediyordu. Bu sırada Maraş’ta harp başladı. Bir gün Hacı Halit Ağa’nın oğlu Sadık Efendi geldi beni bir toplantıya davet etti. Birlikte Kürt Tepe’de Malağoğlu Şerif Efendi’nin evine gittik. Orada Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden birkaç kişi ile bir yaralı vardı. Ben derhal yemin ederek cemiyete girdim ve yaralıyı muayene edip orada tedavi imkânı olmadığından sedye ile Keyvan Hamamı arkasındaki hastaneye naklettim ve tedaviye başladım, yarası ağırdı.
Fransızlar Nisan 1920 başında Antep’i gece şiddetli ateş altına alınca yaralı ve şehitlerimizi de alarak şehrin doğu tarafına tüm ahali gibi akın ettik. Amansız Fransızın topçu ateşi altında, gece zifiri karanlıkta bekledik. Bilahare ailece Burç’a sonra Halep’e gitmeye karar verdik. Yolda giderken aileyi Halep’te bıraktıktan sonra Antep’e dönmemizin doğru olacağını söylüyordum. Benim niyetim Antep’e dönmek idi.
Halep’te bir gün Arap Ahmet ile karşılaştım ve “Doktor sen Antep’e gitmelisin, şehir sana muhtaç, bizim bir faydamız olmaz, fakat memleket senden hizmet bekliyor” dedi. Ben zaten gitmek niyetindeydim. Arap Ahmet’in bu sözü beni daha ziyade uyardı. O gün veya ertesi gün Hacı Ahmet Beyzade Sadık Bey, Kılıç Ali bey’in ufak bir kâğıda kurşun kalemle yazılmış yazısını getirdi.
Bu teskerede yaralıların feryat ederek beni istediklerini yazıyor ve beni Antep’e davet ediyordu.