Bu ülke darbeci zihniyetten ve askeri vesayetten çok çekti. Ülkenin kurucusu ve sahibi gibi davranan askerler, siyasete ve ülkenin yaşam biçimine yerli yersiz müdahale edince 10 yılda bir demokrasi sekteye uğratıldı ve her defasında da ekonomi ve özgürlükler alanında ülkeyi geriye götürdü.

28 Şubat 1997’de “postmodern darbe” olarak adlandırılan bir olay yaşandı. Ve MGK toplantısında; temel eğitimin 8 yıla çıkarılması ve irticai faaliyetlerle mücadele başta olmak üzere, hükümete yapması gerekenler deklare edilerek demokrasinin içine edildi. Zira bu istenilenler askerin değil, hükümetin görev alanıydı.

Bu bildiriden sonra Erbakan Hükümeti yıkıldı ve “cadı avı” başladı. Üniversitelerde binlerce başörtülü genç kız ikna odalarında başlarını açmaya zorlandı ya da okulu terke… İnançlarından dolayı yüzlerce insan mağdur edilerek ya işinden ya da itibarından edildi.

15 Temmuz 2016’da FETÖ darbe girişimi ile Türkiye’nin darbeler tarihine karanlık bir sayfa daha açılmıştır. 1960 yılından başlayarak milletin kararlarını dipçik zoruyla, paletlerin altında zapturapt altına almayı kendine dert edinmiş zihniyet; bugünkü iktidarın 22 yıl boyunca ülkenin kurucu değerlerinin yok etmesine de sebep olmuştur.

28 Şubat mağduru olduğunu iddia eden iktidar ve yandaşları, tarihten ders almayarak kendisi gibi düşünmeyenleri mağdur etmeye mazhar olmuşlardır. Daha önce bir bildiri ile milletin hak ve hukukunu çiğnenir, hükümetlere korku salınırdı. Bugün ise “torba torba” hayatımız yok ediliyor!

AKP, ezilen ve horlanan geniş halk kesimlerinin temsilcisi gibi propaganda yaparak iktidara geldi. “Kimsesizlerin kimi, sessizlerin sesi…” olarak tam demokrasi vaat etti. Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele edeceğini ısrarla vurgulayan Erdoğan, geniş halk kitleleri için kurtarıcı olarak algılandı ve “dünya lideri” yakıştırmaları ile kutsandı! Zira adaleti ve kalkınmayı sağlayacak, vatandaşlar arasında ayrım yapmayacak…Ülkeyi dış politikada layığı ile temsil edecek bir lider bulunmuştu.

Ama öyle olmadı.

Ülke ekonomik anlamda tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Hak, hukuk ve adalet rafa kalktı. İlkeler ve değerler üzerinde siyaset yapma yerine kutuplaşma, ayrıştırma ve ötekileştirme insanlar arasında düşmanlığı tetikledi. Bizimkiler ve ötekiler ayrımı ile eş dost akraba ve yandaş önemli makamlara getirildi. Devlette kariyer ve liyakat bilinçli olarak toprağa gömüldü! En önemlisi de “Kontrolsüz göç” ile ülkenin demografik yapısı ile oynanarak, ülkenin bekası kısa gelecekte tehlikeye atıldı.

Ülke yaşanan depremler de eklenince bir enkaza döndü. Lakin iktidar yanlısı mutlu bir azınlığın bu enkazdan da para kazandıkları bir gerçektir. Zira “bir lokma bir hırka” diyerek gelmişler ancak Karun gibi zengin olarak milyarlarca değişmişlerdir. 

Sebepsiz nefret içgüdüsü, bu iktidarın tüm bünyesini adeta kanser gibi sarmış durumda. Sadece inanç ve kimlik siyaseti yapmakla kalmadılar, kendi gibi olmayanlara, kendi gibi yaşamayanlara, kendisinden farklı düşünenlere düşman kesildiler. Başka bir deyişle “dünün mağdurları, bugünün mağruru” haline gelerek kendilerinden öncekilere rahmet okutacak derecede acımasız uygulamalar gerçekleştirdiler.

Hani ezilen geniş halk yığınlarının yanında olacaklardı? Daha zengin, zeki, itibarlı, eğitimli, etkin ve başarılı olanların yanında olma kolaycılığını seçtiler. Tıpkı kendilerinden öncekiler gibi zengini sevdiler, zengine hizmet ettiler! Üstelik yanlış yaptıklarını uyaran dostlarına "nefret" hissi ile davranarak dışladılar, “Hain” ilan ettiler!

İktidarı uyarmak, yönlendirmek ve yanlışı eleştirmekle yükümlü olan kanaat önderleri, eğitimciler, din adamları ve siyasetçiler; kendi ikbal ve istikballeri için üç maymunu oynadılar.

Türkiye’nin içerde ve dışarda önemli sorunları, çözülecek meseleleri varken, önümüze sokak hayvanları ile ilgili gayri insani bir yasa teklifi getirerek milleti yine karpuz gibi ikiye böldüler. Herkes bu konuyu tartışıyor. Yani eşeğin gölgesi ile ilgileniyorlar.

Eşeğin gölgesi öyküsüne gelince eski Atina’da önemli bir soruna çözüm aranırken kürsüye fikrini söylemek için filozof Demostenes çıkar. Ancak kekeme olduğundan sözünü dinletemez. İnsanlar sürekli kendi aralarında konuşmakta, filozofu dinlememektedir.

Bunun üzerine Demostenes, “Bir hikâye anlatıp ineceğim” diye bağırır ve sessizlik olunca anlatmaya başlar:

“Bir yolcu Atina’dan Megara’ya gitmek için bir eşek kiralamış. O eşeğin üzerinde, kiralayan eşeğin sahibi de yayan olarak yanlarında beraber yola çıkmışlar. Derken öğle sıcağı bastırmış, biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için durmuşlar ama hiç gölgelik yokmuş ve eşeğin sahibi hemen eşeğinin gölgesine sığınmış.

Eşeği kiralayan, ‘Sen çekil gölgede benim oturmam gerek’ demiş. Eşeğin sahibi itiraz etmiş: ‘Tabi ki ben oturacağım, çünkü eşek benim.’ Yolcu; " Ama eşeği kiraladım’ deyince de “Ben sana eşeği kiraladım gölgesini değil” cevabını almış ve tabi sonunda aralarında kavga çıkmış.

Hikâyeyi dinleyen herkes dikkat kesilmiş ve hikâyenin sonunu bekliyormuş ama Demostenes bu noktada kürsüden inmiş ve uzaklaşmaya başlamış. Dinleyiciler," Hey ne oldu sonunda? Hikâyenin sonunu anlat” diye bağrışmaya başlayınca Demostenes kürsüye dönmüş ve demiş ki; “Ben sizin için çok önemli bir konuda bir şeyler anlatmaya çalışıyorum ama siz eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Artık ne fikrimi söyleyeceğim ne de öykünün sonunu…” ve yürüyüp gitmiş.

Benim de size yazmış olduğum bu "sebepsiz nefret" konusu o kadar önemli olmasına rağmen ne yazık ki "eşeğin gölgesi" kadar bile dikkat çekmiyor."

Paylaşılamayan nedir? ideolojiler mi, inanç mı, toplumsal saplantılar mı, iktidar hırsı mı, şovenizm mi? Neden birbirimizin sürekli kuyusunu kazıyor, bizim gibi düşünmeyenleri dışlıyoruz?

Bunların hiçbiri halkın sorunlarını çözmeye yetmiyor. Bu sayılanlar, bana göre "eşeğin gölgesi…” Gönüller Sultanı Hacı Bektaş-ı Veli’nin dediği gibi, “Bir olalım, iri olalım, diri olalım.”

İhtiyacımız olan budur.