Tango…
Aşkın, tutkunun, kırmızı ve siyahın dansı…
Gözlerle başlayan büyülü dans, uyumun doruğa çıktığı, duyguların notalarla seviştiği anlara sürükler insanı… Loş ışıklı bir salonda yanak yanağa dans eden çiftleri ilk gördüğünüzde, uyumun girdabında sessizce tek olan vücutları hissedersiniz. İnsanlar tangoyu hep şarapla özdeştirir nedense, tango deyince akla şarap, şarap deyince tango gelir hep… Damakta bıraktığı tatların benzerliğinden olsa gerek. İkisi de asi ve kışkırtıcı çünkü. Sizi aynı şarkı boyunca, bazı notalarda kederden, bazı notalarda aşktan öldürebilir bu şarkılar. Gözlerinizi kapatıp kendinizi ritme bıraktığınızda, işte söylenecek sözün kalmadığı o anlar… Sadece dans etmeli, müzik ve partneriniz sizi nereye sürüklerse artık. Kendinizi teslim edişinizin adı, tango… Nasıl da meydan okuyor, bir sonraki adımın sizi nereye sürükleyeceğine karar veren tek şey bu ritim, ritmin yazgısıdır o. Bu kadar çok duyguyu nasıl da yüklenmiş bir dans? Bu nasıl mümkün olabiliyor? Üstelik yüklendikçe daha da çok gizem barındırır olmuş. Dünyanın her yerinde aynı ritimlerle fakat farklı hareketlerle dans ediyor insanlar. Düşünsenize, bu dansı biliyorsanız eğer, dünyanın neresinde olursa olsun bir tango kulübüne giderseniz orda bu dansı bilen herhangi biriyle dans edebilirsiniz. İşte dansın evrensel dili dedikleri tam da bu olsa gerek.
Tango ezberden değil, her şarkıda baştan ve farklı adımlarla oluşan bir danstır. iki insan arasında gelişen sözsüz iletişim biçimi, vücutların müziğin ritmine göre iletişim kurduğu, ahenk içinde atılan adımlar… Her hareket, o ana ve kişilere özeldir, o an ortaya çıkar. Heyecanlarımızı, fantezilerimizi, arzularımızı ifade etmenin seramonik yoludur… Bu yüzden geceye en yakışan danstır elbette…
Tangonun nerde doğduğuna ilişkin iki önemli rivayet vardır, birincisi Buenos Airesin kenar mahallerinde, ikincisi ise genelevlerde doğduğudur. 19. yüzyılın sonlarında Avrupa ve Afrikadan yoğun göçler almıştır Buenos Aires, şehir göçmen akınına uğramıştır adeta. Çeşitli kültürler karışmış, yeni bir sentez ortaya çıkmıştır. Bu kültür giyimden kuşama, mutfaktan müziğe ve tabi ki dansa da kadar göç edip savrulan, küllerinden doğmuş halkların yeni zenginliği olmuştur. Afrika, Kızılderili ve Latin ezgilerini taşıyan yeni bir müzik türü vücut bulmuş, kültürlerin evlenmesinden nur topu gibi bir melez dünyaya gelmiştir. Bir zamanlar kadınlar bu cüretkar dansa rağbet etmedikleri için erkeklerin sokak aralarında erkek erkeğe dans ettikleri rivayeti de, tangonun cesur cinsel öğeler içermesinden kaynaklanmaktadır. Şuan ise dünyanın her yerinde, her yaştan, her boy ve her kilodan insan tango yapıyor.
Tango her notasında şehveti, şiddeti, cinsel arzuları barındırır. Zaten Latincede dokunmak anlamına gelen bir kökten türemiştir bu kelime. İlk tangoların çoğunda söz yoktu, olanlar ise doğaçlama ya da açık saçıktı. Yakınmacı ve suçlayıcı tangolar, nefret tangoları, olay ya da hınç yüklü tangolar yazıldı.
20. yüzyıla gelindiğinde ise tango, Avrupada balo salonlarında yapılmaya başlanmıştır. 1930–1950 arasındaki zaman dilimi tangonun altın çağıdır. 1950–1980 arasında ise Arjantindeki dikta rejimi tangoyu yasaklamış ve bütün tango kulüplerini kapatmıştır. Bu dönemde birçok sanatçı ya sürgüne gönderilmiş ya da baskılar nedeniyle çalışmayı bırakmak zorunda kalmışlardır. Tango gelişimine ara vermiştir bu dönemde, o yüzdendir ki 1940ların dans stillerini günümüzde de salonlarda görmekteyiz.
Tango anavatanı Arjantinde bir geleneği anlatır, aşkı tutkuyu, nefreti dile getirir ve doğduğu düzenin kültür mirasını ortaya koyar. Zaman içinde girdiği her toplumda yeni kimliklere bürünmüştür. Örneğin Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında ilk baloların heyecanını anımsatır. Günümüzde ise büyük şehirlerin yorucu atmosferinden dans ederek nefes almayı ve rahatlamayı belirtir. Tango kulüplerinde gece 11–12 gibi başlayıp sabahlara kadar süren dans gecelerine milonga denir. Milongalarda hala eski görgü kuralları geçerlidir. Mesela dans ederken konuşmamalısınız, yere ya da ayaklara bakmamalısınız. Ayrıca eşinize teşekkür etmeniz bir daha onunla dans etmek istemediğiniz anlamına gelir. Dans sonunda erkek, kadına masasına kadar eşlik etmelidir. Bu görgü kuralları dansa davet esnasında da geçerlidir. Salonun en sonundaki bir yabancıyı bile dansa davet edebilirsiniz. Göz göze geldiğiniz an, bu dansa davettir. Bir gülümseme ya da baş eğme de dansa daveti kabul anlamına gelir. Herkes dans pistinde saat yönünün tersine hareket ettiğinden, çiftler birbirlerine çarpmazlar. Ayrıca erkek, böyle bir durumda kadını yumuşak bir dönüş ya da duruş ile yönlendirir ve dansın kompozisyonunda, ahenginde bir bozulma olmaz.
Gelelim tangonun Türkiyedeki serüvenine, 1997 yılının ağustos ayında Metin Yazır ve Tanju Yıldırım bir dönem açıyorlar. O gün bugündür Türkiyedeki tango meraklıları muhtelif mekanları hınca hınç doldurup bu dansın tadını çıkarıyorlar. Gidişat öyle gösteriyor ki, tango Türkiyedeki serüvenine çok uzun yıllar devam edecek. Çünkü sadece İstanbulda değil artık, Ankara, Mersin, İzmir, Diyarbakır, Eskişehir gibi birçok şehrimizde tango dersleri veren hocalar bulunmakta ve milongalar düzenlenmekte. Ayrıca üniversitelerimizde de dans kulüpleri, kurslar açmakta ve genç nesil bu dansla buluşmakta. Örneğin Türkiyenin en köklü geçmişe sahip İstanbul Üniversitesinde Sportif Salon Dansları Kulübü (iusdans) '2000 senesinden beri düzenli kurslar açarak gerek üniversite gençlerine gerekse dışarıdan kursa katılmak isteyen üniversite öğrencilerine dans eğitimi vermekte. İusdansta ders veren TangoMio dans okulu eğitmenleri İlkan Aydın ve Buket Akdölün deyimiyle tango, bireyin içinde kendini bulduğu uzun bir yolculuktur.
Türk insanın tangoya olan merakı ve ilgisi her geçen gün artmakta ve dansa doğal yeteneği olan bu toplum, evrensel bir dansa daha kucak açmaktadır. Dileriz, tango ülkemizde daha çok bilinir ve daha çok insan tango yapar, tangonun tadı her damakta kalır…