Nitekim, Dünya üniversiteleri arasındaki sıralamada bir iki üniversitemizin dışında ismi geçen üniversitemiz yoktur. Bu demektir ki, üniversite sayısını arttırmakla, bu iş bitmiyor. Bu itibarla bu konuda yeni bir anlayışla eğitim ve öğretim politikası belirleyerek, üniversite açmalıyız. Bir çok Avrupa ülkesinde ve ABD. de, Dünya çapında ün yapmış üniversiteler bulunmaktadır.
Ülkemizde bir çok insan iyi bir eğitim ve öğretim almak için bu ülkelere gidiyor ve büyük paralar ödüyoruz ve bu ülkeler için büyük bir gelir kaynağı oluşturuyor. Bu duruma bir çözüm bulmak gerekmez mi? Ortadoğu’nun en büyük ülkesiyiz. Neden ülkemizde böyle üniversiteler kurup, paramızın dışarıya çıkmasına engel olamıyoruz. Paramızın dışarıya gitmesine engel olamadığımız gibi, bu ülkelere gidenlerin çoğu yurt dışında kalıyor ve bunun sonucu, beyin göçü gerçekleşiyor. Böylece de, yurt dışında yetişen bilim insanlarımızdan faydalanamıyoruz. Bilim insanı yetiştirmeyen hiçbir ülke kalkınamaz. Bilimde sanatta teknolojide ve kültürde gelişemez ve layık olduğu çağdaş uygarlık seviyesine de çıkamaz.
Yargının bağımsız olması için, siyasi iradenin, yargıya müdahale etmemesi gerekir. Bu kuvvetler ayrımının olmazsa olmazıdır. Siyasal iktidar, çoğunluk iradesine bağlı olarak hareket ederek ülkeyi idare ederse demokrasi çoğulcu bir rejim olmaktan çıkar, çoğunluk rejimine dönüşür.
Oysa demokrasinin kurum ve kuralları vardır. Kurum ve kurallar eksiksiz işlerse ve uygulanırsa, demokrasiden söz etmek mümkün olur. Aksi bir anlayışla ülke yönetilirse rejim çoğunluk rejimine dönüşür, demokrasi çoğulcu bir rejim olma özelliğini kaybeder. Ayrıca demokrasinin olmazsa olmazı olan kuvveler ayrımı biter. Yargı ve yasama yetkisi de bütünüyle siyasi iktidarın eline geçer. İşte ozaman yargı siyasallaşır ve siyasi iktidarın emrine girer. Yargı Siyasallaşınca mahkeme ve mahkeme salonlarına da girer. Siyaset mahkeme salonlarına girince, o salonlarda verilecek kararlarda adalet beklemek beyhude bir arayış olur.
HMK’nın 46.maddesi hakimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı, zarar görenlerin Devlet aleyhine tazminat davası açabileceğini ve Devletin de sorumlu hakime karşı, zarar görene ödediği para için rücu davası açabileceğini belirtmektedir. HMK’nın bu maddesinin etkin olarak kullanıldığını söylemek mümkün değildir. Bu itibarla, bu madeninin etkin olarak kullanılması için yeni bir düzenlemenin yapılması gerekir.
Zira, yasa ve hukuka aykırı karar veren, adil yargılama kuralına uymadan karar veren hakimler için tazminat sorumluluğu etkin olarak kullanıldığında, hakim karar verirken, iyi bir araştırma ve inceleme yapar, dikkatli ve özenli hareket ederek karar verir. Ben karar vereyim, üst mahkeme bozarsa bozsun anlayışı terk edilir. Şu hususun altını da çizmek gerekir. Yargı Bağımsızlığı hakime, yasa ve hukuka aykırı karar verme hak ve yetkisi vermediği gibi, keyfi ve sorumsuz bir şekilde karar verme yetkisi de vermez. Bu itibarla, yasa ve hukuka aykırı veren hakime karşı bu yasal düzenlemenin etkin bir şekilde kullanılması gerekir.
Mevcut düzenleme, HMK’nın 46.maddesinin uygulanmasını zora sokmaktadır. Zira ,bu düzenlemede rüc’u davasının bir yıl süreyle sınırlaması, yasal düzenlemeyi fiilen olanaksız hale getirmektedir. Açılan bir davada karar verilmesi, istinaf ve Yargıtay süreci, anayasa mahkemesine taşınması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmesi halinde ve soncunun beklenmesi halinde bir yıl sürede açılan davanın sonuçlanması yasa ve hukuka aykırı olarak karar veren hakime karşı rüc’u davasının açılmasını imkansız hale getirmektedir.
Eğer bir ülkede yargı bağımsızsa ve verilen kararda adalet olacaksa, haklı hakkını almalı, haksız haksızlığını anlamalıdır. Hak yerini bulduğunda, akarsu mecrasına oturduğunda haksız haddini bildiğinde, haklı hakkına kavuşup, mutlu ve huzura ulaştığında, suç işleyen cezalandırıldığında, bazıları için suç işleme imtiyazı ortadan kalktığında, verilen karar yasa ve hukuka uygun olduğunda, vicdanları rahatlattığında, o kararda adalet vardır. Aksi takdirde, adaleti arar dururuz; tabii bulursak!