Kişinin kendini sevmesi ve kendine aşık olması durumu arasında fark vardır. Kendini seven herkesi sever ancak kendine âşık olan yalnızdır tüm hayatı boyunca. Çevresindeki herşeyin kendi varlığına hizmet ettiği izlenimine kapılan bu insanlar tatminsizlik ve kibir içinde kaybolmaya mahkumdurlar.
Üstün olma veya üstün gelme durumları hayatlarının en vazgeçilmez mutluluk unsurudur. Yaşamadan bilen, bakmadan gören, dinlemeden duyan, hissetmeden farkeden, okumadan anlayan, öğrenmeden öğreten, bilmeden konuşan ve anlamdan anlatan pozisyonunda tüketir dururlar çevrelerindeki herkesi.
Kara bir delik, dipsiz bir kuyu misali girişimde bulunduğunuz tüm iyi niyetinizi yutarlar, yapıcı yaklaşımınızı yıkarlar.
Çünkü üstünlük duygusu ve üstün gelme arzusu öyle büyüktür ki kısır söylemlerle atarlar tüm adımlarını. Diyalog kuramazsınız. Hiç bitmeyen bir monoloğun müdavimidirler. Hata yapma olasılıkları sıfırdır. Benlik aşkı kör etmiştir gözlerini.
Oysaki kendini seven insan sevmesini bilir sınırlarını tüketmeden kimsenin. Ve saygının iki taraflı olduğu inancıyla nazik bir duruş sergiler.
Minnet duyar.
Şükreder.
Teşekkür eder.
Gayret eder.
Kendini seven bilir özdeğerin ne demek olduğunu. Değer görmediği yerde varlığını sürdürmez. Değer göstermeyeni suçlayarak itham etmez sürekli. Tercih yapar. Sorumluluk alır. Hakettiği gibi yaşamak için incitmeden, kırmadan, tüketmeden yol alır hayatı boyunca.
Kendini sevmek dinamik bir süreçtir. Yaşanan her olay ve tecrübe ile kendini seven kişi zayıf ve güçlü yönlerini tespit eder ve geliştirmek için çabalar. Potansiyelini ve kapasitesini kabul eder. Zira kabul etmek özgürlüktür. Ve insan sadece varlığını kabul ettiği şeyleri geliştirebilir.
Kendine âşık olan ise sadece hak görür kendinde. Övgü bekler. Teşekkür bekler. Kendisi için mücadele edilmesini bekler. Kendisine sahip olunduğu için minnet edilmesini bekler. Bekler de bekler yani. Varlığının bir hediye olduğu izlenimine öyle kapılmıştır ki eziyet ettiğinin, huzursuzluk verdiğinin, mutsuz ettiğinin farkına varmaz, varamaz bir türlü. Benlik aşkının altında yatan esas durumun yani aşağılık kompleksinin vermiş olduğu saldırganlıkla hırçın ve yapmacık olurlar çoğu zaman.
Yaşamış oldukları başarısızlıkları başkalarının suçu olarak görürler ve faturasını başkalarına keserler. Oldukları kişi ile olmak istedikleri kişi arasında bir uçurum vardır. Hata ve suçları ile yüzleşmekten korkup, kaçarlar. Şikâyet etmek ve eleştirmek en sevdikleri şeydir. Bu nedenle arkadaş edinme konusunda da sorun yaşarlar. Kusursuzluğun zirvesine ulaşmış olma inancıyla kimseleri beğenmeyip burun kıvırmanın her türlü şeklini surat ifadelerinde görmenin mümkün olduğu bu insanlar bana göre kayıp ruhlar sınıfına giren ibretlik öykülerin baş kahramanlarıdır aslında. Ve bu öyküler ise hep bir trajedi.