Başpınarda bir fabrikada asgari ücretin yarısından daha az bir ücretle çalışan ve tabii ki 'Allahtan sigortalı' olan Suriyeli işçiler buhar kazanının patlamasıyla hayatını kaybeder ya, hemen kentin 'ileri gelenlerince' el çabukluğuyla üstü örtülür.

Koskoca belediye, kentin ana caddelerinden birinde düzenleme, iyileştirme çalışması yapar, taşeron firma günlüğü 10-15 TLden Suriyeli çalıştırır ya, kesin haberimiz yoktur bundan.

Her gün kebap yediğimiz lokantada/dürümcüde, karın tokluğuna ve dükkanda yatıp kalkmanın karşılığında çalışan daha bıyıkları terlememiş Suriyeli çocuklar/gençler 'kaderlerinin çilesini' doldurur ya, bu da onların kaderiymiş deyip kebabımızı yemeye devam edelim, afiyet olsun!..

Savaştan kaçıp canını, çoluğunu çocuğunu zor kurtarmış Suriyelilere 200-300 TL etmeyecek derme çatma gecekondu bozması evlerimizi; hatta araba garajlarımızı, 500 TL etmeyecek 40 yıllık döküntü apartman dairelerimizi 1000 TLye 'kakalarız' ya, geceleri yastığa başımızı koyup o hak edil(me)miş, 'lanetli' paranın hayaliyle uyuruz.

Dedelerimizin, babalarımızın, amcalarımızın 'türlü ihtiyaçlarını' görsün diye savaş mağduru Suriyeli ailelerin yaşını doldurmamış kızlarını/kadınlarını 3000 - 5000 TL karşılığında satın alıp imam nikahı kıyıp her haltı yeriz ya, sonra da bizden ahlaklısı/imanlısı olmaz.

İnönü Caddesi üzerindeki Kilis garajının üst tarafında her gün sabahın köründe dikilip inşaat başta olmak üzere, aklımıza ne gelirse, her türlü işi 10 - 20 TL karşılığında yapmaya hazır, her yaştan Suriyeli işçiyi 'sen gel, sen de gel, sen gelme ayı' tavrıyla seçeriz ya, patronluğumuzun bir tarafı kabarır.

Uzatmayalım, kentin her türlü iş/emek isteyen alanında ucuz iş gücü olarak çalıştırmaktan hiçbir rahatsızlık duymadığımız, paralı olanlarını ise keyifle 'söğüşlediğimiz' Suriyelilere dair son günlerde 'Artık bunları istemiyoruz!' babında serzenişler, yerini fiili saldırılara bırakmaya başladı.


Yabancısı değiliz bunların. Çünkü, 'Marka şehir' ve 'barış şehri' olarak yutturulmaya çalışılan kentimizde bir dönemin 'aklıselim' tespitlerinden biri şuydu: 'Doğudan geldiler (Kürtler kastedilerek), şehrimizi mahvettiler.' şeklindeki 'sihirli' tespit her türlü kötülüğü açıklamakta kullanılıyordu. Sanayileşme sürecinin ve ülkedeki çatışmalı dönemin yarattığı doğal sonuçların sorumlusu olarak Kürtler ilan ediliyordu, bugün de Suriyeliler kentteki her türlü kötülüğün müsebbibi olarak algılanıyor, işin kolayı bu çünkü.

Suriyedeki iç savaşın bu boyuta gelmesinde şairin dediği gibi 'Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!' durumu varken, mevcut iktidarın dış politikası iflas etmişken 'bizim elimizden gelen tek şey', kentteki Suriyelileri günah keçisi ilan etmek.

Kent, Suriyelileri ötekileştirip şehirden 'aforoz' etmenin 'sinerjisini' alttan alta oluştururken, bu sorunu çözmesi gereken 'şehrin ileri gelenleri' ne yapıyordu, peki? Onlar, daha çok, kapalı kapılar ardında 'emlakçılık' oynuyorlardı.

Son bir şey daha: Sabah akşam Müslüman Suriyeliler için Buradan gitsinler. diyen kentliler, dün ellerinde Filistin bayraklarıyla Gazze için yürüyordu.

Not: Bu yazıda 'söz söylenenler', tabii ki bütün kent yaşayanları değil, olamaz da. Kentte oluşmuş genel bir algının eleştirisi olmaktan öte değildir, yazının maksadı.