1979’da Sovyetlerin Afganistan’ı işgalinden itibaren tekfirci selefi yapılarla ABD arasında kurulan bir ilişki olduğu bilinmektedir. Bugün PKK/PYD için söyledikleri “onurlu direnişçi” sıfatı Soğuk Savaş’ın bu dönemlerinde cihatçılar için kullanılıyordu. Ancak Brzezinski’nin de ifade ettiği gibi ABD laboratuvarda ürettikleri bu virüsü elinden kaçırdı ve Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” yaklaşımıyla izah edilen 11 Eylül Saldırısı’na yol açtı. Bu gelişme ABD’yi dış politika değişikliğine götürdü ve yeni hedefi medeniyet içi çatışma oldu. Medeniyet içi çatışma konusunda öncelikli ilgileri de elbette İslam Dünyası’dır. IŞİD üzerinden laboratuvardan kaçan virüs hem kontrol altına alındı hem de uluslararası ilişkilerde bir araç haline getirildi.
IŞİD işlevsel olarak hem Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Kürdistan ayağına hem de Şii-Sünni çatışmasına büyük katkı sağladı. Gerçekten mücadele edilmemiş olan IŞİD, Batı tarafından verilen görevini başarıyla yerine getirdi ve Ortadoğu siyasetinde silinme sürecine girdi. Şimdiki konu ise post-IŞİD vaziyetinde neler olacağı.
Bu noktada dikkat edilmesi gerekilen en önemli nokta ABD himayesinde Rakka’da gerçekleştirilen PKK-IŞİD anlaşmasıdır. Bu anlaşmaya göre 250 kadar IŞİD militanı silahlarıyla birlikte bölgeyi güvenli bir şekil terk etmişlerdir. (Rakka olayı, ortaya çıkmış olan tek anlaşma ancak başka bölgelerde benzeri anlaşmalar olduğu konusunda da bilgiler bulunmaktadır.) Peki bu güvenli silahlı terk ediş ne anlama gelmektedir? Elbette bu militanlar buharlaşmayacaktır bu nedenle akla gelen basit öngörü bölgenin dışında bir terör faaliyetine girebilecekleridir.
Rakka’daki bu gelişme üzerinde pek durulmazken, Şii-Sünni gerilimi İran-Suudi Arabistan üzerinden de iyice yükselmişti. Diğer bir ifadeyle IŞİD militanları emekli edildiğinde İslam medeniyeti içerisindeki çatışma başarılı bir şekilde yaratılmış sadece savaşın ne zaman başlayacağı merak edilir olmuştu.
“İslam iç savaşı” planı bu denli başarılı bir biçimde yerine getirilmişken İslam medeniyetini yeniden birleştirecek Kudüs girişimi de nereden çıktı? Öncelikle bilmek gerekir ki ABD-İsrail ittifakı bu hedefini yerine getirebilmek için büyük bir çaba sarf etmiştir. Bu çabaların başında ise az önce izah edilen İslam içi çatışma vardır. Müslümanların birbirine düştüğü ve birçoğunun Batı ile işbirliği halinde olduğu düşünüldüğünde Kudüs girişiminin ciddi bir tepki almayacağı anlaşılmaktadır. Şu an için baktığımızda da tepkiler birbiriyle ahengi olmayan dağınık ifadelerden ibarettir.
Asıl soruya dönülecek olursa bölük pörçük edilmiş İslam Dünyası’nı birleştirebilecek bu girişim neden yapıldı? IŞİD’in mağlup edilmesinin ardından Ortadoğu siyasetinde cihatçı selefi terör örgütü kontenjanında boşluk oluştu. IŞİD yarattığı zulüm ve dehşet sebebiyle her kesimin hedefi olmuş ve nefretini kazanmıştı. Ve belki de unutulmaması gereken en ciddi nokta Rakka’daki rezerve edilmiş silahlı militanlar konusu. Tüm bunlar birleştirildiğinde yeni bir işlev için yeni bir örgüte mi ihtiyaç olacağı konusudur. Sykes-Picot’un bölge ülkeleri tarafından eleştirildiği dönemde bu eleştiriye katılarak “Devlet” olma iddiasıyla ortaya çıkan IŞİD gibi bugün de yeni bir yapı doğabilir. IŞİD’in ardından BOP’un psikolojik sınırları çizilirken bölge ülkeleri “toprak bütünlüğü” konusunda anlaşarak aslında birer Sykes-Picotçu olmuşlardır. Kudüs girişiminin yeni dönemin eleştirel konusu olduğunu kabul edersek ve elde tutulan silahlı militanlarla “Kudüs”, “İslam” ve “Direniş” kavramlarını kullanan, Batı’dan emir alan ve Müslüman kanı akıtan yeni bir örgüt kurulabilir. Bu örgütle mücadeleye de İsrail’in liderlik etmesi ve bu örgütü yendikçe topraklarını de facto olarak genişletebileceği ihtimal dahilindedir.