Zamanın kıymeti konusunda epey bir söz söylenmiş epey bir konuşulmuş olsa da halen insanların zaman yönetimi konusunda hayatlarında nelere öncelik verip vermemeleri gerektiğini bilmemeleri çok üzücü gerçekten.
Harcarken kıymet vermediğimiz saniyelerin dakikalara, sayarken önemsemediğimiz dakikaların saatlere ve zaman zaman bir an önce bitmesini dilediğimiz saatlerin günlere ve bu günlerin bir ömrün her bir satırına işlendiğine dair hakiki bir bilinç geliştiremeyen bir toplum olmanın israfını yaşıyoruz hep birlikte.
Mutsuzluklarının gölgesinde eriyip giden hayatların gerçeği altında çoğunlukla doğru zamanda doğru kararları alamayıp doğru eylemlerde bulunamamış olmanın pişmanlıkları yatar. İnsan kendisine ait başka hiçbir şeyini bu denli pervasız bu denli hoyrat ve bilinçsiz harcamaz ne yazık ki. Hep bir boş vermişlik hep bir erteleyiş vardır zamana karşı.
Oysaki insan, hayatın tik taklarının nerede ne zaman duracağını bilemez asla. Ve bu gizemli sonun geleceğini kati surette bilen insanın olup olmayacağını dahi hiç bilmediği bir geleceğe yaşanmamışlıklarını, olması gereken zaman içerisinde yapması gerekenleri ertelemesi ne gariptir değil mi?
Saniyelerin bir başka saniyeler dizisi verip vermeyeceğini bilmeden ötelenen hayatlara tanık olmak trajik bana göre.
Harcadığının belki de en sevdiği insana söylemesi gereken en önemli sözcüğün son nefesiyle kendinden gittiğini bilse yine de o nefesi kaybettiği zamanları harcar mıydı acaba insan? En verimli zamanlarında sınırsızca tüketmemesi gerekenlere tükettiği zamanını yine bulsaydı aynı şeyi yapar mıydı ya da?
Hayatının hiçbir resminde yer almayacağı insanlar için harcadığı zamanların hayatının her bir anında özel olduğunu bildiği insanlardan çaldığını anlasaydı yine yapar mıydı bu hırsızlığı, hiç pişman olmadan ve hiç vicdanı sızlamadan?
Ya da kendisine en çok ihtiyaç duyduğu zamanları bir başkası için heba ederken kendisini de bir daha bulamamak üzere kaybettiğini anlasaydı bir şey değişir miydi hayatında?
En azından kendimi kaybedeceğim insana doğru karar verseydim diye farkındalığı yüksek daha itinalı kararlar almaz mıydı hiç yoktan?
Zaman. Hayata gözlerimizi açıp bakışımız. Ve son kapanış. Bu iki döngü arasında sadece tek bir nefeslik uzun gibi görünen yanıltıcı bir algıya neden olan ama aslında bir kelebeğin ömrüne bakarken ki hissettiğimiz üzücü kısalık kadar mümkün olan gerçek.
Biz kelebeğe bakarken ne hissediyorsak Tanrının ve yarattığı yüksek âlemlerin bize bakarken tam olarak hissettiği şey bu olsa gerek. Uçup giden ve hep yapmak istediğimiz araba gezilerini, çalmak istediğimiz enstrümanları, gitmek istediğimiz mekânları, söylemek istediğimiz sözleri, görmek istediğimiz yerleri, yaşamak istediğimiz sevdiklerimizi, sarılmak istediğimiz dostlarımızı, birlikte gülmek istediğimiz yüzleri, haykırmak istediğimiz hayallerimizi, gerçekleştirmek istediğimiz hedeflerimizi, kutlamak istediğimiz başarılarımızı ve hep kendimizi dinlemek istediğimiz anlarımızı da beraberinde götüren tik taklar. Bir daha asla merhabası olmayan elveda ile yitip giden zamanlar.
Geri kazanımı mümkün kılınmayan yegâne gerçeklik. Ve bu gerçeğin farkında olanlar ile olmayanlar arasında ki keskin fark. Yani yaşayanlar ve yaşadığını sananlar. Danışanlarıma da hep söylediğim ve savunduğum şey. Kaybettiğin zamanlar için yaşayacağın pişmanlıklarla geçirmek yerine ömrünü kararlılığınla israfına teslim olmayışında elde edeceğin zaferle yönet hayatını. Zira Shakespeare der ki, “Zamanımı kullanmasını bilemedim, şimdi o beni kullanıyor.” Kendi zamanınızın kölesi değil efendisi olmanız dileğiyle.