Türkiye, bir delinin kuyuna attığını kırk akıllının çıkaramadığı o meşum noktada debelenip duruyor.
Bitmiş, tükenmiş ve yenilmiş Amerikan menşeili bölücü ve ırkçı bir terör örgütünün liderine yol açmaktan kasıt nedir ? Öcalan’ı Mandelalaştırmak bu kadar kolay ve basit mi ?
Bahçeli'nin kendi grubunu dahi şoke eden o tarihi zikzakı Türkiye'ye ne kazandırdı ? Bilge liderin oyun kurduğuna ya da kurgulanmış oyunları alt etmek gibi bir bahaneye sığınması beyhude bir çaba olarak tarihe not edildi bile.
Söyleyenden ziyade söyletene bakmak lazım gelirken, diğer taraftan sorun çözmek üzere yola koyulanların, figüranlardan çok, onlara okyanus ötesinden sufle yapanlarla mesai kurmaları daha inandırıcı olmaz mıydı ?
Oysa ki İmralı'daki katiller sürüsünün başı ile kuracağınız diyalog zeminini, İmralı - Kandil hattının iplerini elinde tutan oval ofis sakinleri ile gerçekleştirme yolunu izleseydiniz daha çabuk ve kalıcı sonuç elde etmeniz mümkündü.
Ancak şimdilerde Bahçeli'nin kendini de inkar ederek vedahi siyasal intiharları da göze alarak gerçekleştirdiği bu çıkış PKK'nın tüm zamanların en güçlü şekilde konumlandırılmasına kapı araladı.
Hiçbir terör örgütünün egemen bir devlete karşı Zafer kazanamadığı gerçeği tarihi bir realite iken, MHP gibi bir partinin terör örgütü liderini iyi niyet elçisi gibi TBMM’ne davet etmesi hangi düşünceyle karşılık bulabilir ?
MHP liderinin verdiği startla demokrasi ve barış havarisi rolündeki trio mecliste fır dönüyor.
“Ben de Türküm Allah başka keder vermesin” diyen Sırrı Süreyya Önder, bir dönem PKK'nın finansörlüğünü yapan zehir tüccarı Savaş Buldan'ın eşi Pervin Buldan ve Bahçeli'nin allayıp pulladığı, Kürt ağası olarak lanse ettiği Ahmet Türk.
Ağzı kulaklarında meclis koridorlarını aşındıran, centilmenlik ve nezaket abidesi rolündeki bu üçlü, Türk devletini dize getirmenin gururuyla çizdikleri pek mağrur profili MHP lideri Devlet Bahçeli'ye borçlu olduklarını unutmamalıdır.
Mecliste grubu bulunan bütün siyasi partileri tavaf eden illegal örgütün legal uzantıları yaptıkları görüşmelerle ilgili olarak ser verip sır vermezken, objektiflere yansıyan revaranslar ve şirinlikler perde gerisindeki asıl niyetleri kamufle etmeye yetmiyor.
Danışıklı dövüşün ve riyakar siyasetin diğer tarafındaki iyi polis ile kötü polis arasındaki rol değişimi ise sürüyor.
DEM Eşbaşkanı Tülay Hatimoğulları'nın “İmralı’nın kapıları açılmazsa, her yer Gazze'ye döner” ifadesi ile terör partisi şiddeti ve kaba kuvveti Türk Devleti’nin ve Türk Milletinin önüne koyarken, aynı zamanda bu çıkışıyla PKK ile parti arasına mesafe koyma ya da Türkiyelileşme istem ve arzusundaki beklentilere de bir cevap vermiş oluyordu.
Buna karşın terör örgütünün katlettiği öğretmenler, sağlık çalışanları, doktorlar, ebeler, imamlar, kamu personeli, askerler, polisler ve siviller başta olmak üzere yetim ve öksüz bırakılan çocukların ve gözü yaşlı eşlerin ah’ını alma pahasına girişilen bu yöntemle, en büyük ve mutlak hakem olan tarih sizi bir yerlere not etti. Sosyo tarihsel hafıza istikbalde kararmış vicdanların fotoğrafı olacaktır.
Şimdilerde “önce halkı hazırlamak lazım’ diyen Ahmet Türk ve şurekasının Türk halkını, İmralı'daki akıl hocalarının paradigmaya sağlayacağı katkıyla paketlemeye çalışması ise manidardır.
Zira Türk milleti kendi milli coğrafyasında suspus edilmiş, köşeye sıkıştırılmış, AKP - MHP ortaklığındaki siyasetin ilizyonlarıyla adeta bir uyku haline gelerek gark edilmiş vaziyette.
Önemli olan Türkiye Milli coğrafyasında yok olma noktasına gelen PKK'nın, Irak'taki kolları ile Suriye'deki PYD ve İran'da faaliyette bulunan PEJAK’ın ortadan kaldırılmasıdır. Büyük ölçüde bir strateji meselesi olarak Türkiye'nin önünde duran bu meselenin bertaraf edilmesi, yanlış ata oynayarak ya da deneme yanılma yöntemi ile çözülemez Türkiye'nin böylesi bir yönteme ve kafa karışıklığına ne zamanı, ne de tahammülü kalmamıştır.