Her şey bir proje dahilinde yürüyor. Emperyal planlar tıkır tıkır işliyor. AKP’nin kurulması, yönetsel mekanizmanın devri, Irak’ın işgali ve BOP’nin hayata geçirilmesi. 

Siyasal ve sosyal konjonktür 1920 öncesi koşulları işaret ediyor. Ulus devleti ayakta tutan payandalar birer birer yıkılıyor, devlet çatırdıyor. 

Bölücülük ve gericilik toplumun üzerine bir karabasan misali çökmüş. Halk siyasetten umudunu kesmiş.  Başkalarının kendisine reva gördüğü kadere teslim olmuş. Töre ortadan kalkmış, aile birliği dağılmış dolayısıyla toplum çözülmüş. Cinnet halinin tetiklediği cinayetler ve şiddet bütün katmanlara sirayet etmiş. 

Sınıflar arasındaki egoistlik çelişki giderek derinleşmekte. Toplum en üsttekiler ve en alttakiler olarak ayrışmakta. 

Gençlik uyuşturucunun kıskacında, ahlaki yozlaşma hız kesmeden toplumun bütün damarlarına yayılmakta. 

İşte bu ahval şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere; Gaflet, dalalet ve hatta hiyanet toplumsal ufkumuza ve kutsal vatan topraklarımıza acı bir şekilde gülümsüyor. 

ÖCALAN’I KURTARMAK, PKK’YI AKLAMAK

Son günlerde temcit pilavı gibi ısıtılıp, ısıtılıp toplumun önüne konulan iki argüman var. Toplumsal barış (1) Eşit yurttaşlık (2)

Barıştan bahsediliyorsa bunun nedeni bir savaş halidir. Savaş ise iki hasım güç arasındadır. Türk devleti kiminle savaş halindedir ? Kendi halkıyla mı? 

Yoksa emperyalizmin piyonu etnik - bölücü faşizan bir terör örgütüyle mi?

Eşit yurttaşlık beraberinde yeni Anayasa, tartışmalarını beraberinde getirirken. Mevcut yasaların ve Anayasanın bir yurttaş kesimine sunduğu, diğer kesimden sakındığı ne var ? Anlayan beri gelsin. 

Bütün bu tartışmaların gölgesinde siyaset baş döndüren bir hızla yörünge değiştirmeye devam ediyor. 

Trabzonlu ve Tekirdağlı üzerinden Türkleri tehdit eden etnik - bölücü DEM Parti’nin Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’la el sıkışan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çıtayı biraz daha yükselterek, elli binin üzerinde insanın ölümünden sorumlu PKK adlı bir cinayet şebekesinin liderine TBMM’de seslenme çağrısında bulunuyor. 

AİHM’nin dayattığı “Umut hakkı” yaygarasıyla birlikte halen aktif bir örgütsel yapıyla ve karşı mücadele sürecinin yaşandığı bu zamansal geçişte. Şimdi bu da neydi diyesi geliyor insanın. 

Bilge lider ne de olsa en iyi bilendir. Güya Öcalan üzerinden örgüt silah bırakmaya, kendini iptal etmeye zorlanacaktı. Dağ kadrosundan beklenen cevap gecikmedi. 

“Pratikte ve sahada olan bizleriz. Öcalan önder olabilir. Ancak son kararı biz veririz. Bu çağrıyı kabul etmiyoruz”

Zincirleme beyanatlar birbirini izlerken, Ahmet Türk toplumun bu duruma hazır hale getirilmesinden bahsediyor. CHP Genel Başkanı el yükselterek, “Kürtlere bir devlet vaadinde” bulunuyordu. 

Yıllar önce Mahir Kaynak’ın ifade ettiği, sanki “Kürtlerin Türkiye adlı bir devleti” yokmuş gibi. 

Bu kez Tuncer Bakırhan Mardin’de “Seyit Rızaların, Şeyh Saitlerin ve Sakinelerin yaptıklarını yapmaktan bahşediyor”

Bu sisli ve flu siyaset ikliminden yenilmiş PKK’yı bir taraftan paketlerken YPG’yi ise vatan kurtaran aslan rolüyle taçlandırmak mı muradınız , bilinmez ?

PKK VE ABD YENİLDİ

Türkiye’nin 40 yıllık terörle mücadele kronolojisi terörle iltisaklı bir dizi siyasal partiyle de eş zamanlı sürüyor. 

İmralı atamalı, kandil onaylı Milletvekilleri ve Belediye Başkanları Türkiye koşullarına uygun çözümler üretmek yerine Amerikan derin devletinin Ortadoğu’daki koşullara göre şekil verdiği planlara koşulsuz uyum gösterme zorunda. 

Bu bağlamda; Öcalan eğer PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunacaksa dahi bunu pekala bulunduğu cezaevi koşullarında yapabilir. Başını sonunu hesap etmeden, yasaları ve hukuku yok sayarak MHP iradesiyle PKK’ya TBMM’den seslenme çağrısı akıl ve izanla karışık bulabilir mi?

Bütün bunlardan daha vahimi kişisel iradenin ve akli gelgitlerin “üst akıl” ya da “devlet aklı” adı altında nitelendirilmesidir. 

Devlet aklı sadece adı Devlet olan bir şahsın adı değil, toplumsal dinamikleri gözönünde tutan tarihsel koşulları da gözeten kollektif bir düşüncenin hayata geçirilmeye hazır dinamik ve disipline edilmiş bir yürüme yolunun kendisi olmalıdır. 

Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Mehmet Uçum’un PKK’yı “Kürt siyasi hareketi” olarak değerlendirmesi AKP - MHP ve paydaşlarının ortaklığındaki ittifakın terörle mücadele perspektifini gösteriyor. 

Bu tartışmaların ışığında sarf edilen bütün sözler ve değerlendirmeler yasalara muhalefet ve Anayasal suç teşkil etmektedir.  Doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni üniter yapıyı, laik ve demokratik düzeni hedef alan ve toplumun nabzını ölçmeye matuf bu yoklamaların bir benzeri hiç bir egemen devlet yapısında görülemez. 

Miadı dolmuş siyasal yapıların ve fosili çıkmış siyaset esnafının fikir adı altında servis ettiği halüsinasyonların Türkiye koşullarında zaman ve enerji kaybından öte bir karşılığı yoktur.