İsrail tarafından gerçekleştirilen Gazze merkezli kırım ve kıyım harekatının artçı şokları sürüyor. 

Arz-ı Mevud’a giden yolda kendini daha güvende hissedecek bir yahudi devletinin inşaası için start verilen kitlesel katliamların hamisi hiç kuşkusuz ABD ve topyekün Batı dünyası.

Ancak müslüman ülkelerin dağınık yapısı, mezhepsel ayrılıkları, kısmen ideolojik farklılıkların kimi ülkeleri birer Batı peyk’i haline getirmiş olması ise cabası. 

Tarih boyunca İslam coğrafyasının muhafazlığını üstlenmiş olan Türklerin çaba ve gayretleri Araplar tarafından yadsınmıştır. 

Kendilerini üstün ırk olarak tanımlayan Araplar, diğer müslüman unsurları mevali olarak telakki etmiş, islamı salt kendilerine has sayarak dini millileştirme yolunu tercih etmişlerdir. 

Buna karşın Hristiyan - Batı, İslam denilince Türkleri baz almış, Arapları bir mukavemet gücü olarak görmemiştir. 

Gazze bombalanırken Riyad’da düzenlenen festivaller ve Cadılar Bayramı bir bölge gerçeği olarak belleğimizdeki yerine korumaktadır. 

İsrail’in istila ve ilhak politikası hız kesmeden devam ederken savaşın bütün bir bölgeye sirayet etme olasılığı giderek kuvvet kazanıyor. 

Türkiye olarak kendimizi fiziki coğrafya içinde saymakla birlikte, bir o kadar da çemberin dışında kalarak daha bağımsız politikalar üretebilmeliyiz. 

“Amerikan Girişimcilik Enstitüsü” üyesi ve eski Pentagon mensubu Michael Rubin, “Yürüyen ölü İran’ın Hamaney’i, Türkiye’nin Erdoğan’ı mı?” başlıklı yazısıyla tehdit algısı en yüksek perdeden ifade ediyor. 

Öteden beri Türkiye karşıtı faaliyetleriyle adını duyuran Rubin’in bu yazısı analitik bir çözümleme olmaktan çok talimatla kaleme alınmış bir tehditname olarak algılanmalı. 

Zira dünyanın en militarist devletlerinden biri olan ABD Amerikan derin devletinden bağımsız bir sesin yükselmesi ya da tesadüf denilen bir olgu yoktur. 

“Erdoğan Hamas’a desteği bir marka haline getirdi. Hamas liderleri İstanbul’da ofislerinde açıkça saldırı planlıyorlar. Erdoğan NATO üyesi olarak statüsünün kendisini koruduğuna inanıyor olabilir, ancak İsrail’e doğrudan ya da vekaleten saldırırsa NATO’nun 5, maddesi uygulanmayacaktır. Ya da sorumluluk iddiası olmayan bu suikastin bunu tetikleyeceği açık değildir” 

Pentagon - CIA bağlantılı bu dehşet verici ifadeleri Türk düşmanı bir beyinin ürünü olarak tespit etmek mümkün. Ancak bu akıldışı hezeyanları tümden bir delilik alameti olarak göremeyiz. 

Michael Rubin yazının ilerleyen pasajlarda “Asıl sorun Hamaney, Erdoğan ya da diğer bölgesel terör efendilerinin artık yürüyen ölüler olabileceklerinin farkında olup olmadıkları” diyerek tehditin dozunu giderek artırıyor ve adrese teslim edilmek üzere kargoya veriyor. 

Bu nokta atışının derinliği ve kökleri Bush dönemine kada uzanıyor. Büyük Ortadoğu projesiyle yeniden dizayn edilmek istenen bölgede 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesi projesinde kuşkusuz Kürtlerin yeni ve sadık partner olarak belirlenmesi ve PKK’ya sağlanan sınırsız destekle birlikte Barzani’nin “Küçük İsrail”i sayılan ileri karakol devleti ile vekalet savaşları bu karmaşık bilmecenin başlıca araçları olacak. 

Bu bağlamda Micheal Rubin’in tasmasını eline tutanların Erdoğan üzerinden Türkiye’yi dizginleme politikası, Ortadoğu gibi kimin kime düşman, kimin kiminle dost olduğu belli olmayan kaypak ve kalleş bir zeminde istikbal ve istiklal mücadelesi son derece realist bir gözlem gücüyle rasyonel bir yönteme bağlı gözüküyor. 

Rubin’in öznesi Erdoğan olarak görünebilir ancak gerçekte Türkiye ve Türklerdir. Bu manada Erdoğan’ın duygusal refleksleri salt şahsını bağlamıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı olması hasebiyle bu tehditin Erdoğan’ı da aşan bir hal alması vakidir.