Oysa ki, büyük Atatürk rejimi ve Cumhuriyeti koruma ve kollama görevini Türk ordusuna ve Türk gençliğine vermişti.

Zira Cumhuriyet Devleti anti - emperyalist ve anti-feodal bir yapının üzerine kurulmuş devrimci kurucu kodlara sahip devrimci bir devletti.

Eşyanın tabiatı gereği Devrimci Cumhuriyet Devleti’ni dahili ve harici tehlikelere karşı koruyacak ve yaşatacak olan Ordu, cumhuriyetin devrimci ordusu olacaktı.

Meselenin tarihi derinliğini 1950 seçimlerinden sonra yörüngesi değişen devletin, İktidarı elinde bulunduran Karşı -Devrimci siyasal erk’le tamamladığını görmek mümkün.

Ancak yakın zamana kadar kamuoyu yoklamalarında Türk halkının en güvendiği kurumun Türk ordusu olması, ordu ile devlet kavramının birbirini tamamladığını ya da halkın duygusal alt yapısında böyle konumlandırdığı ise bir realite.

İktidarı ve icraatlarını eleştirirken devleti iktidardan ayrı tutan ya da devleti iktidar’dan bağımsız gören anlayışın “siyasal iktidarlar geçici. Ancak devletler bakidir” mutlak zemininde somutlaştırması gibi. 

Feodalitenin çağdışılığına, taassubun ve gericiliğin karanlığına karşı savunma pergellerini sürekli zinde ve uyanık tutmak zorunda kalan Cumhuriyet Devleti aynı savaşın bugün hangi cephesinde yer tutuyor?

Menemen'de Kubilay'ın başını kesen zihniyet hala geri dönüşün mümkün olduğunu, rejimi ve Cumhuriyeti dönüştürme çabasını karşı eylemlerle gösteriyor.

Büyük Atatürk'ün “Bir gün rejim ve cumhuriyet tehlikeye düşerse, Türk gençliği bu memleketin Adliyesi var, polisi var, Karakolu var, Jandarması var demeyecek, rejimi ve Cumhuriyeti gerektiğinde taşla, sopayla ve silahla savunacaktır” ifadesi Menemen artıklarına karşı mutlak bir cevap olacaktı.

Peki, Türk ordusunu duygusal reflekslerle sonsuza kadar refere eden Türk halkını ordusundan soğutmak ya da kopartmak mümkün mü ?

Milli Kurtuluş Savaşı'nı ve Türk devrimini yine bu Milli Ordu ile birlikte başarıya ulaştıran Anadolu halkı “Ordulaşmış milletin neferleri” anlayışını ruh ve anlam itibarıyla “Mustafa Kemal'in askerleri” gerçeğinde somutlaştırmıyor mu?

Yedi Düvelin gözünü diktiği, bu zor coğrafyanın halkıda egemenliğini emperyal saldırganlığa karşı ordusuyla bir ve beraber olarak kazanmıştı.

Ancak ne gariptir “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ibaresini arkasına alarak TBMM'de oturumları yöneten bir meclis başkanı, “Egemenlik dediğiniz nedir ki ? Pekala paylaşılabilir” diyecek kadar tarih şuurundan uzak bir şekilde pervasızlaşabiliyordu. 

Türkiye ordusuz olamaz.

Türk devleti salt jandarmayla, etkisi ve yetkisi sınırlı polis gücüyle varlığını devam ettiremez.

Sahip olduğumuz coğrafya tehdit algısının minimize edildiği, sınırları güven içinde bir Avrupa devleti değil.

Türkiye dört tarafı düşmanlarla kuşatılmış, adeta düşman denizinin ortasındaki bir ada devleti gibi.

Bu nedenle Türk ordusunu basit siyasal hamleler adına, bir oldu bittiye getirerek etkisiz bir konu mankenine dönüştürme istem ve arzusu Türk halkının dirençli kararlılığı karşısında etkisini yitirecektir.

Son dönemde, okul birincisi Ebru Eroğlu başta olmak üzere 5 harbiyeli subayın Ordu'dan disiplinsizlik gibi basit bir savla kesin İhraç kararı Türk milletini yaralamış, fakat halk halk genç teğmenlere gönül kapılarını sonsuza kadar açmıştır. 

NOT: Genç teğmenlerle ilgili olarak tasarruflarını takdirle karşıladığım CAN TUĞSUZ’u ise kutluyorum.