Devlet Bahçeli'nin gaipten gelen bir sesin çağrısına uyarak yaptığı şok çıkışın Türkiye siyasetinde estirdiği romantik hava sürüyor.

Cevaplanması gereken onlarca soruyu göz ardı eden herkesin barış havarisi rolüne büründüğü sürecin görünmeyen yüzü ise tam bir muamma.

İmralı'daki insan kasabının yeni paradigma olarak adlandırdığı bu sürece şehvetle sarılıyor olması, 40 yıl neden bu kadar beklendiği sorusuna cevap aranmasına neden olmayacak mı ?

Ya da birdenbire Bahçeli'den gelen çağrıyla hidayete mi erildi ? Oysaki PKK adlı bu ırkçı ve faşist örgüt Türk devleti karşısında yenilmiş ve siyasi ömrünü tamamlayarak benzerleri ve diğer türevleri gibi tarihin çöplüğüne gömülmüştü.

Şimdilerde süreç ölünün mevta halini ilan ederek karşıtlarını rahatlatmak, onları askeri ve siyasi mücadele disiplininden uzaklaştırarak rehavete sürüklemek ve netice itibarıyla bu örgütün ölü halini siyaseten ranta çevirmek esasına dayanmaktadır.

Halbuki PKK'nın lokal ve nostaljik varlığı yıllar önce KCK çatısıyla nötr hale getirilmişti.

Fis köyündeki sezaryenli doğumun Apocular olarak Türkiye gündemine balıklama atlayışıyla irili ufaklı Kürt orijinli bir çok örgütü bünyesinde toplayarak PKK'ya dönüşmesi fazla zaman almayacaktı.

Nitekim en büyük cezayı Türk Solu’na kestiler. Baskı, şiddet, infazlar ve korkuyla muhalif sol grupları tasfiye ederek PKK'yı mutlaklaştırdılar.

Avrupa içlerine kadar uzanan şiddet ve infaz sarmalı ırkçı kürtçülüğü güçlendirirken, bu sil - süpür eylemleriyle Türk sol hareketi mücadele sathından tamamen çekildi.

Eşyanın tabiatı gereği hiçbir terör örgütünün emperyalizimden bağımsız olamayacağı gerçeğinden bahisle.  Kürt orijinli bir örgüt gibi görünen PKK ve türevlerinin aslında Amerikan emperyalizminin ve onun bölgedeki doğal müttefiki olan siyonizme hizmetle mükellef olduğu tarihsel bir gerçektir. 

Hiçbir ön koşulda bulunmadan silah bırakma ve örgütün kendini tasfiye etme kararının tarihi sorumluluğunu üstlenen Öcalan'ın söylemleriyle Kandil’den gelen ses tezat taşıyor.

Şeytan ayrıntıda gizlidir diyerek bu süreçte birbirini izleyen beyanatların satır aralarını analize koyulalım.

Süreci takip eden siyasilerin ve Türkiye kamuoyunun gözünden kaçan açmazlar için şeytanın avukatlığını yapalım.

Öcalan, silah bırakmaktan bahsederken, Kandil tam tersi bir tutumla ateşkesten dem vuruyor. Silah bırakmanın koşulları, teknik detayları ayrı bir konu başlığı olarak tartışılacaktır. Örgütün sahip olduğu her türden askeri mühimmat, her türden silah, Pentagon başta olmak üzere diğer ülkelerin askeri birimleri, merkezi istihbarat teşkilatlarındaki envanter kayıtları, seri sicil numaraları teyitli bir şekilde nerede, ne zaman ve hangi koşullarda takibi yapılacak?

Pek mümkün görünmeyen bu gerçeği bir taraf ederek. Kandil’den gelen ateşkes ilanına gözümüzü çevirelim. Örgütü silahtan arındırmakla, ateşkes ilanının aynı şey olmadığı ortada.

Ateşkes, silahı muhafaza etmeyi, ancak uygun zamana ve zamanın ruhuna göre tetikte kalmayı içerir. Demek ki burada da bir netlik ve muhataplar arasında bir koordine ve anlayış farkı olduğu görülecektir.

Öcalan siyasi ve hukuki düzenlemeden bahsederken, DEM’liler herhangi bir pazarlığın ve talebin olmadığını belirtiyor. KCK adına Mustafa Karasu ise yine Öcalan gibi siyasi ve hukuki düzenlemeden ve bu yolla süreci güçlendirmekten bahsediyor.

Yani bir anlamda, bu yeni paradigmada çok söz var. Ancak bu sözlerin eylem ve hedef birliği yok.

İllegal  KCK (PKK'nın) legal uzantısı DEM’de dahi süreci iyi ve doğru okuyamayan, süreci iyi niyetli yönetmekten uzak bir takım provakatif seslerin olduğu aşikar.

Anayasa üzerinde yoğunlaşmaktan yana fikir üreten ırkçı bölücülüğün ilk dört maddenin dışında 42. Ve 66.  maddeler üzerindeki tadilatta bulunma ısrarı ise sürüyor. 

Devletin temel nitelikleriyle başta üniter ve laik yapının sorgulanması, millet tanımının yeniden yapılması, Türkçe dışındaki eğitim dili arayışına diğer başlıklar da eklenebilir. Anlamamız gereken mutlak gerçek bu romantik havayı sevgi pıtırcıklarıyla kamufle etmeye çalışan ve düğmeye basan o elin ajandasında görme şansımız olacak.