Bir günün bir diğer güne benzemediği, dostlukların ve ittifakların, düşmanlıklarla ve hasımlıklarla sürekli yer değiştirdiği bir coğrafyada ikamet ediyoruz.
Kimin kime ne kadar yakın, kimin diğerinin ne kadar uzağında olduğu kestirilemeyen kaygan bir zeminde ecel dansı yapıyoruz.
Bu yakın coğrafyada Araplarla, Kürtler ve Farslarla birlikte yaşama zorunluluğu Türkler açısından ne kadar büyük bir talihsizlikse, diğer unsurlara göre Türklerle birlikte bu kadim alanı paylaşmaksa o denli büyük bir şans olarak mütala edilebilir.
Zira Türkler tarih boyunca adil, hakkaniyetli, eşitlikçi, dost, merhametli ve bütün ihanet projelerine karşı salt islam kardeşliği toleransını işleterek bağışlayıcı olmuştur.
Türkler sürekli sırtından vurulan, toplumsal suikastlere karşın inadına ayakta kalmayı başarmış, anılan bütün harici unsurların üzerine düşmanla ittifak ettiği tek millettir.
Bu bölgede nükseden dayanılmaz Türk düşmanlığının öylesine birleştirici bir etkisi vardır ki, hiç bir konuda yan yana gelemeyecek ve birleşemeyecek olan etnik ve sosyal katmanların aynı zamanda başlı başına ittifak nedenidir.
Günümüzde ABD ve İsrail'le ittifak halindeki Suudların diğer paraziter Arap aşiret devletleriyle birliikte, PKK'yı destekleyerek, kurulması planlanan bir Kürt devleti konusunda gizli ya da açık anlaşmalarla Türkiye karşıtlığında birleşmeleri (1)
Doğu Akdeniz'de ABD, İsrail ve Yunanistan'ın başını çektiği doğalgaz ve sismik araştırmalar konusunda AB'ye eklemlenen Mısır ve Güney Kıbrıs'ta Rum tezlerinin ateşli bir destekleyicisi konumundaki Filistin (2)
Her renkten ve her türden askeri hareketliliğin yol geçen hanına çevirdiği Irak'taki kukla yönetimlerin Başika'daki Türk varlığı bahanesiyle, egemen devlet pozisyonuna bürünerek Türkiye'ye sırıtması (3)
Irak'tan fiilen bölünen Kuzey'deki Barzani devletinin ihanet politikalarıyla hadsizliği ve hayasızlıkları (4)
Tebriz merkezli Güney Azerbaycan'daki Türkçü yapıyı Fars despotizmiyle dizginlemeye çalışan İran'daki katı integrist mollalar rejimi (5)
Bu kısa ufuk turuyla Türkiye'nin yakın dönemde nasıl kuşatıldığı ve gelecekte bizi bekleyen asıl sorunların cevap anahtarını bulmamız konusunda yolumuzu aydınlatacak realiteyi göreceğiz.
En son ve en ölümcül proje ise Suriye'deki kargaşa ve kaosla birlikte Türkiye içlerine sürülen Suriyeliler (6)
Filmi biraz geriye sarıp, hafızalarımızı yokladığımızda dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun "Sıfır Sorun" politikası tezinin nasıl içi boş bir yaygaradan ibaret olduğunu göreceğiz.
Dış misyonda yaşadığımız hezimeti yine bu sütunlardan "Sıfır Sorun politikasından, Tümden sorun politikasına" adlı analizimizde incelemiştik.
Suriye ve Türkiye liderlerinin aile hukukuyla başlayan bahar havası, keskin bir "U" dönüşüyle Esat'tan Eset'e evrilince olanlar oldu.
Suriye çatırdamaya başlayınca Kuzey'i gözden çıkaran Esat, Şam merkezli bir savunma hattıyla öngörülen "Küçük Suriye" ile yetinmek zorunda bırakıldı.
Türkiye'ye doğru süpürülen Suriyelilerle, adeta bir ülke (Suriye) bir diğer ülkenin (Türkiye) içine yerleşti.
Terörle ve vekalet savaşlarıyla alt edilemeyen ve yenilemeyen Türkiye, Doğu ve Batı Emperyalizminin bu büyük planına uygun olarak, sayıları toplamı bugün dahi tam olarak belli olmayan bu büyük ve kitlesel göçe kapılarını açacaktı.
Ensar - Muhacir paradoksuyla yükselen toplumsal muhalefet dizginlenmeye çalışılırken, Türklerle Suriyeliler arasındaki doku uyuşmazlığı her geçen gün biraz daha belirginleşiyor ve keskinleşiyor.
Sosyal, tarihsel ve kültürel reddiye, salt coğrafya ve ortak dinle aşılmaya çalışılsa da zaman aynı kapta kaynaması mümkün olmayan bir süreci işaret ediyor.
Zorlama metodlarla, samimiyetten uzak, entegrasyon ve uyum gösterileri yerini, üstü örtülmeye çalışılan çatışmalara ve kriminal vakalara bırakıyor.
Türklerin yaşama tarzı, hayattan beklentileri, meşrepleri ve töresi, tamamıyla milletleşmiş, adanmış ve kutsanmış bir ömre tekamül ederken, Suriyelilerin ülkü ve idaellerinden arınmış, yaşamı salt acıkan yerlerini doyurma arzusuyla idealize etme dürtüsüyle, aşiretçi - bedevi kafa yapısı bütünleşmeyi sağlamayacağı gibi, istikbalde çatışmaların maddi zeminini de oluşturacaktır.
Kaldı ki, Suriyeli olarak adlandırılan bu toplumun açık, şeffaf ve homojen bir yapısı yok.
İçinde her etnisite'den, her mezhep'ten, her renk ve mensubiyetten insanlar var.
Türkiye'ye kargaşa ve kaostan kaçarak sığınan Suriyelilerin içinde Araplar, Kürtler ve Ermeniler dahil, bunlarla birlikte PKK, DAEŞ, EL-NUSRA ve EL-MUHABERAT gibi terör örgütleriyle Şam başta olmak üzere Batı ve Doğu emperyalizminin kullanacağı istihbarat elemanlarıyla, mikro düzeyde uyuyan tehdiş örgütleri de var.
Bütün bunların yanında sicil girişlerin içinde Türkiye'de olası bir iç kargaşa ve kaosta emperyalizme payandalık yapacak kitlesel bir güç yığılması da mevcuttur.
Bu manada Türkiye içinde konuşlanan Suriyeliler, istisnalar hariç emperyalizmin stratejik ve potansiyel ajanlarıdır.
Avrupalıların Türkiye'ye biçtiği rol Kıta Avrupasına yapılacak göçü durdurma, önleme ve Türkiye içinde eritme gibi , akılla izahı mümkün olmayan, traji - komik bir istemin ta kendisidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yapacağı en rasyonel yaklaşım, her haber bülteninde rutine bağlanan göçmen yakalama haberlerini tersine çevirmek olmalıdır.
Madem ki, Suriye'yi başta olası kukla Kürdistan için yada yeni BOP planı için karıştırdılar, o vakit bunun bedelini Türkiye değil, emperyal başkentler ve onların steril hale getirmeye çalıştıkları kendi coğrafyaları ödemelidir.
Türkiye, Suriyelileri yakalamak ve Avrupa sınırlarından geri getirmek yerine, onların kara ve deniz yoluyla Avrupa kıtasına sirayet etmesine yardımcı olmalıdır.