Kimi zaman insanı dehşete düşüren, kimi zaman kişiyi yeniden muhakemeye zorlayan bir süreci yaşıyor, onu ilmek ilmek yeniden dokuyoruz.
Biz bu noktaya nasıl geldik ?
Bulunduğumuz konumu hakediyor muyuz ?
İçinde bulunduğumuz pozisyon bir sonuç mu, yoksa henüz bizi sona götüren yolun başlangıcında mıyız ?
Ya da uzak öngörümüzün bizi sevkettiği, diğer taraftan derin kaygıların bizi sürüklediği o meşhum noktada mıyız ?
"Hadi ordan canım, bunlar tamamıyla evham" dediğinizi duyar gibiyim. "Nasıl olsa sabah gideceğimiz bir işyerimiz, akşam döneceğimiz bir evimiz var. Herşey normal seyrinde yürüyor. Sana ne oluyor kardeşim. Bizde senin kadar duyuyor, görüyor, hissediyoruz. Aklımız, izanımız, şuurumuz yerinde çok şükür. Sen bizden daha mı çok görüyor, daha mı fazla işitiyor, daha mı keskin bir şekilde hissediyorsun. Nedir, senin bizden fazlalığın ? Yoksa bize filozofluk mu taslıyorsun ?"
Haşa, sümmehaşa. Ben bir garip Ademoğluyum. Acz içinde bir ölümlü. Allah yolunda hiç'liği yaşayan modern bir devrişim sadece. Bildikçe bilgisizliğini, öğrendikçe acizliğini keşfeden pir-i faniyim, son demde.
Ancak hitabın girişindeki soruları yöneltme, cevaplarını arama ya da o cevapları bekleme hakkım olmalı diye düşünüyorum.
Ne dersiniz ?
Zira beni ilgilendiren şeyler aslında hepimizi ilgilendiren şeyler. Toplumla hemhal olmak, acıyı yüreğimizde hissetmek, elem ve kederi fikir mezarlığına gömmek, sevinci misliyle katlamak gibi bir sorumluluk içindeyiz.
Sevgi sorunumuzun olduğunu düşünüyorum. Bizi biz yapan, bizi Antepli, yaşadığımız şehri ise Antep kılan değerler tahtında müthiş eksiklerimizin bir o kadar görkemli yanlışlarımızın olduğunuzu görüyorum.
Düşeni tökezleyeni kaldırmak yerine tekmelemeyi yeğ tutuyor. Ölmekte olana bir umut kabilinden karınca kararınca bir can suyu yetiştirmek yerine, seyretmeyi tercih ederek ölümün vaktiyle ilgili bahse tutuşuyoruz.
Gurbet ellerden gelenleri sempatiyle karşılıyor, kendi kardeşlerimizi, karındaşlarımızı öteliyoruz. Halbuki emr-i haktan gelen nida bize birliği emretmedi mi ?
Dirlik, birlik ve devlet değil miydi parolamız ? Peki bize ne oldu ?
Neden böylesine duyarsız sürülere dönüştük. Hani bir vakitler yeryüzündekilere merhamet ederek, göklerin sahibinden şefaat dileyecek olmanın rüyasını gören imanlı nesiller olacaktık. Hani nerde ?
Bizden olanların ya da bizim gibi düşünenlerin yaşama hakkı var. Ancak bizden olmayanların sahip olacağı tek hak ve tek seçenek yaşarken ölüme mahkumiyettir, anlayışı bizi nereye sürüklüyor, hiç düşündünüz mü ?
Ucundan, kıyısından biraz olsun tefekkür ettiğimiz bu hitap fazlı ile Antepli'nin başını avuçlarının içine olarak düşünmesini salık veriyorum.
Zira bir gidişat, gidişat değil.
Yaşadıklarımız hiçte hayra alamet değil. Sokaktaki sadece yurttaştan, yönetme iddiasındaki makamların atanmış ya da seçilmiş müdavimlerine kadar, herkesin ve herkesimin yeniden düşünme ve yeniden teraziye çıkma vaktidir bugünler.
Ben, bunu bilir. Bunu söylerim.
Anlayana…