Sapla samanın birbirine karıştığı, elmalarla armutların aynı kefede tartıldığı bir zaman aralığından geçiyoruz.
Bu genel manzaranın tam olarak karşılığı kargaşa ve kaostur.
İşte böylesi ortamlarda aynalarla dargınlığı kronikleşen ve kendini allamei cihan zanneden kimi aykırı tipler ortaya çıkarak geçmişin tozundan ve dumanından kendi payına rant devşirmeye çalışırlar.
Hani boş tenekeyi yokuş aşağı yuvarladıkça çıkan salt gürültüye tahvil olmuş asap göstergenizi allak bullak edecek cinsten bir kirlilik varya. İşte o, reddei payeden.
Demokratik solculukla sosyal demokrasinin arasındaki kot farkını bilmeden bir dolgu malzemesi misali ak güvercine eklemlenenler, kendini fetva makamı zanneder olmuşlar.
Ne acı.
Bu farkı sen değil, senin genel başkanına kabinede kurul arkadaşlığı yapmış olan bakanların dahi bilmez.
Türkiyede demokratik sol öğretinin temelleri nerede atılmıştır?
Teori ve pratikteki demokratik sol öğeler hangi zeminde hakim ve amir güç hale gelmiştir?
Bunu senin milletvekillerin dahi bilmezler.
Sen nereden bileceksin?
Ikına tıkına güç bela yumurtladığın birkaç beylik lafın hatırı belasına seni siyasetin duayeni gibi sunmuş olmanın bahtsızlığını iliklerine kadar hisseden satır aralarının yaşadığı ızdırap meydanda.
İnançla kültürü birbirinden soyutlayan cehaletin haşmetine bak.
Kültür nedir?
İnsani ilgilendiren ve yaşadığı herşey.
İnancı insanin kültürel varlığından bağımsız sayabilir misiniz?
İnanç, ruhani anlamda ise; camiler, cemevleri, kiliseler, havralar, kutsal kitaplar, papazlar, hahamlar, imamlar, din loncaları, naatlar, mevlitler, ikonlar, semahlar da neci?
İnanç, siyasal anlamda ise; partiler, genel merkezler, liderler, önderler, yerel örgütler, propagandalar, ideolojiler, dünya görüşleri, nasyonalizm, milletler arası kutuplaşmalar, enternasyonalizm, bildiriler, mitingler de neci?
Satır başlarına dokunmaya devam edelim.
Biz bütün paramızı kitaba yatırırdık… Sevsinler…
Okudun, bu kadar saçmaladın.
Ya hiç okumasaydın? Oluşacak manzarayı düşünmek dahi istemiyorum.
Sol adına ahkam kesenlerin uhdesinde kimler olmalı?
Rosa Lüksemburg, Marx, Tito, Lenin, Engels, Bakunin, Kaddafi, Che, Chavez, Ecevit, Havel, Mitterand, Mustafa Suphi, Sultan Galiyev, Nerimanov, Mahir ve elbette Deniz…
Demokratik sol, sosyal demokrasi, Euro Komünizm, milli solculuk, Marksizm- Leninizm, Enver Hocacılık, Maoizm, Yeşil Komünistlik ve İslam Sosyalizmi.
Ecevitler hiçbir zaman bilimden, kültürden ve üniversitelerden yana sıkıntı duymadılar.
Ancak onlar, kendi okumuşluklarını halkın önünde gören aydın dalkavukluğundan yana acı tecrübeler yaşamış iki yol arkadaşıydı.
Ve onlar Anadolu halkının öngörüsünü ve duygu yoğunluğunu kendini aydın zanneden aklı evvellerin halkına tepeden bakan art niyetli karanlığından koruma kararlılığı içindeydiler.
Bütün mesele buydu.
Bu bağlamda;Ecevitler dürüsttü, inandıkları ilkeleri sonuna kadar savunur oldular.
Üniversitelerin düşmanı değil, sonuna kadar aklın ve bilimin egemen olduğu çağdaş demokrasi ile yönetilen bir Türkiye özlemiyle yaşadılar.
Bunlarla ilgili olarak dağarcığında ne var?
Koskoca bir hiç.
Sondajlamaya devam edelim.
Bana Aday ol dediler.
Korktun, sindin, olmadın.
Çünkü kendini biliyorsun.
Aday ol komutu çoğu zaman ayağının altına konulmuş bir sabun kalıbıdır.
Sen bunu bilmiyordun.
Sene 1999. Kimsenin sende keşfedemediği kerameti sonunda sen keşfettin.
Aday oldun.
Seçilemeyecek bir sıraya yerleştirildin.
Hazımsızlık, bağırsaklarından beyninin boğumlarına kadar bütün benliğini ele geçirdi.
Öylesine pervasızdınki, duyguların aklının önünde dört nala koşuyordu.
Yerel basını topladın, içindeki bütün zehri ne garip bir tecellidirki, seni aday gösteren partinin yönetim katında ilan ettin.
Sana bu kadar geniş bir manevra alanı yaratan ve seni bu kadar tolere eden serbesti ihanetin kol gezdiği o meşum zamanın ortak hedefe kilitlendiği parti içi öç mekanizmasıydı.
Zira hepiniz, İlk iki sıra bakanların, üçüncü sıra benim olmalı rüyasında kulaç atıyordunuz.
Bu iş masa başında bağ dikmeye benzemiyordu.
Nitekim bütün oyun bozuldu.
Tam 48 aday hiçbiriniz 3. sıraya gelemediniz.
Geldiğiniz nokta beklentilerinizi karşılamaktan çok uzaktı.
O vakit, hedefiniz, Bizim olmamız gereken yerde olandır anlayışından bahisle fitne ve fesat müessesi, ortak düşmana karşı birleşmeliydi.
Nitekim öyle oldu.
Vurun abalıya mantığından bir hezimet bekleyenler, buna rağmen yanıldılar.
Parti içi ihanet bile, toplamdaki oyların artışını durduramıyordu.
O zaman sandık kurulları boşaltılmalı, adliyede boşluk yaratılmalı, kazanan kaybettirilmeliydi.
Bu adam, Ankaraya ayağını atmadan, Gaziantepte bertaraf edilmeliydi.
Hani kıvrak bir Anadolu türküsü varya, Çöz de al Mustafa Ali
Karanlıkta Mustafa Alinin kırptığı gözü iyi takip edenler, dünün milletvekili, bugünün ise ilahi adaletin hışmına uğrayanları oldular.
18 Nisanda seçimi, 12 Aralıkta ciğer paremi Oğuz Kağanımı kaybettim. Kayıplarla geçen 1999 defterini kapattım.
15 Yıl sonra ben hala, Galiptir bu yolda mağlup rolündeki bayraklaşan siyasi bir şahsiyetim.
Kaybeden ise, Türk demokrasi tarihi ve 1999 aralığında Gaziantepin üzerinde kara bir bulut gibi duran ayıp.